YURTSEVERLİK BİLİNCİYLE AYAĞA KALKMALIYIZ!
Hala konuşuyoruz, yazışıyoruz ve seyrediyoruz...
Apo'nun talimatını uygulayanları, AB'nin isteklerine boyun eğenleri ve ABD'nin emirlerini yerine getirenleri seyrediyoruz.
Onları sessizce seyreden milletimize de kızıyoruz.
Peki yıllardır biz ne yapıyoruz?
Birbirimizi beğenmiyoruz, birbirimizi küçümsüyoruz.
"Ben daha vatanseverim" deyip tek bir siyasal çizgide birleşemiyoruz.
Her birimiz, ayrı ayrı ve rengarenk kendine uygun partiler kuruyoruz ...
Biz hep konuşuyoruz eylemi de karşı devrimciler yapıyor.
İsterlerse sınırdan dışarı gidiyorlar, isterlerse sınırdan içeri giriyorlar...
Davul zurna hep onlara dönük çalıyor!
1921 Temmuz'unda gizli oturumda Mustafa Kemal Paşa;
"Dikkatli olmalıyız. Bu memleketin vatanseveri kadar haini de vardır..." demiş.
Biz de dem çekip dinlemişiz, o kadar!
Çok satmaya meraklı gazetecilerden ve deneyimsiz millicileden medet ummuşuz da şimdi oturup ağlamaya durmuşuz...
Nasıl bu hale geldiğimizi hepimiz biliyoruz ama nasıl ve nereye gitmek gerektiğinde hala tereddütler yaşanmaktayız.
Altmış yaşını geçmiş bir askerin sesine kulak verin artık ve ona ister faşist, ister statükocu isterseniz komitacı deyin;
Söyleyenleri boğazlasalar ve söylemeyi yasaklasalar da,
"Ya istiklal ya ölüm!
Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye!
Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!"
diyebilenler bu memleketin çıkan çivilerini yerli yerine oturtabilir ancak...
Umudumuz, memleketteki cehaleti de, sefaleti de, hıyaneti de yok etmelidir.
Hapse girenleri, geri dönenleri, hatta ölenleri beklemek ve ağlamak, nafiledir!
Cumhur UTKU
Apo'nun talimatını uygulayanları, AB'nin isteklerine boyun eğenleri ve ABD'nin emirlerini yerine getirenleri seyrediyoruz.
Onları sessizce seyreden milletimize de kızıyoruz.
Peki yıllardır biz ne yapıyoruz?
Birbirimizi beğenmiyoruz, birbirimizi küçümsüyoruz.
"Ben daha vatanseverim" deyip tek bir siyasal çizgide birleşemiyoruz.
Her birimiz, ayrı ayrı ve rengarenk kendine uygun partiler kuruyoruz ...
Biz hep konuşuyoruz eylemi de karşı devrimciler yapıyor.
İsterlerse sınırdan dışarı gidiyorlar, isterlerse sınırdan içeri giriyorlar...
Davul zurna hep onlara dönük çalıyor!
1921 Temmuz'unda gizli oturumda Mustafa Kemal Paşa;
"Dikkatli olmalıyız. Bu memleketin vatanseveri kadar haini de vardır..." demiş.
Biz de dem çekip dinlemişiz, o kadar!
Çok satmaya meraklı gazetecilerden ve deneyimsiz millicileden medet ummuşuz da şimdi oturup ağlamaya durmuşuz...
Nasıl bu hale geldiğimizi hepimiz biliyoruz ama nasıl ve nereye gitmek gerektiğinde hala tereddütler yaşanmaktayız.
Altmış yaşını geçmiş bir askerin sesine kulak verin artık ve ona ister faşist, ister statükocu isterseniz komitacı deyin;
Söyleyenleri boğazlasalar ve söylemeyi yasaklasalar da,
"Ya istiklal ya ölüm!
Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye!
Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!"
diyebilenler bu memleketin çıkan çivilerini yerli yerine oturtabilir ancak...
Umudumuz, memleketteki cehaleti de, sefaleti de, hıyaneti de yok etmelidir.
Hapse girenleri, geri dönenleri, hatta ölenleri beklemek ve ağlamak, nafiledir!
Cumhur UTKU
Gelen bir yanıt aşağıdadır:
Sayın Cumhur Utku,
Siz bir askersiniz. Ben de bir asker çocuğuyum. Bugün Türkiye’de birçok kişinin orduya ve ordu mensuplarına karşı sempatisi olabilir. Ülkesine ve devletine bağlı biri olarak orduyu ve ordunun benimsediği dünya görüşünü benimseyebilir. Ben de kendimi bu grup içinde görüyorum. Ama bu gruba dâhil edilebilecek diğer kişilerden farklı olarak, benim orduyla organik bir bağım da var. Babam asker, bir anlamda “askeriyenin ekmeği” ile büyüdüm. Orduya karşı duygularım sempatiden kaynaklanmıyor. Hâlâ o imkânlardan yararlanıyorum. (Sizin askeriye ile olan ilişkiniz ise benimkinden çok daha ileridir sanırım)
Bu çerçevede kendi kendime soruyorum: "Ya istiklal ya ölüm! Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!" hedefiyle, Türk ordusunun komuta kademesinin bugünkü tavrı arasında bir seçim yapmak gerekirse, hangisini seçerim?
Denilebilir ki, “böyle bir seçim yapmana gerek yok, çünkü Genelkurmay da zaten bu ideali benimsemiştir!”
Ben bu görüşte değilim. Bugüne kadar yaşadıklarımız, yaşamakta olduklarımız ve korkarım ki yaşayacaklarımız ne yazık ki Genelkurmay’ın tavrının bizim amaçladıklarımızla uyuşmadığını gösteriyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüksek komuta kademelerinde eski silah arkadaşlarınız ya da öğrencileriniz vardır belki. Onlar size birebir sohbetlerinde neler söylüyorlar bilmiyorum. Ama benim Türkiye’de olan bitenlerden çıkardığım ders şudur ki, Genelkurmay’ın ne bağımsızlık umurunda ne Kemalizm… ABD ve AB ise yüksek rütbeli komutanlarımızın, yani ordumuzun direksiyonunda olanların toz kondurmadığı “dostlar”!
Hal böyle olunca birbirimizi beğenmemek ya da küçümsemek, belki bunun bir sonucu olarak da birleşememek somut bir temele oturuyor. Belki yaşam deneyimlerimiz farklı… Kimimiz daha genciz, kimimiz daha görmüş geçirmiş… Uzmanlık alanlarımız da farklı… Ama en nihayetinde hepimiz en azından yaşamımızın son on yılını Türkiye’de geçirdik! Neler gördük şu son on yılda?
AKP adlı örgütlü ortaçağ kuvvetinin iktidara gelişini ve devleti adım adım ele geçirişini gördük! Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu, TBMM Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve daha birçok devlet kurumu tarikatçıların denetiminde bugün… Sonra Türkiye’nin bütün devrimci kazanımlarının tek tek yok edildiğini gördük! Burada teker teker saymama gerek yok sanırım. Türk dış politikasının ters yüz edildiğini, Kıbrıs’tan Ermenistan’a kadar hemen tüm alanlarda Türkiye’ye diz çöktürüldüğünü gördük! Ülkemizin soyulma ve talan edilme sürecinin hızlandığını, acımasız bir sömürüye hız verildiğini gördük! Ve hepsinden önemlisi, ayrılıkçı terörün meşrulaştırıldığını, Türkiye’nin bütünlüğünün, milletin birliğinin masaya yatırıldığını, ülkemizin varlığının tartışmaya açıldığını gördük! Bütün bunları hep beraber yaşadık!
İşte bütün bu süreç içinde devlet mekanizmasının yetkili koltuklarında oturanlar tarih önünde sorumludur. Bu zaman zarfında görev yapan yetkili ve etkili askerler de en büyük sorumludur. Çünkü siyasi partilerden farklı olarak, ordunun Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tarihsel sorumluluğu vardır! Her türlü siyasi ve hukuki ölçütün üzerinde olan görev ve sorumlulukları vardır! Orduya komuta edenler bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmemişlerdir, gericiliğe kuyruk olmuşlardır. Türk ordusunun sarsılmaz disiplin anlayışı nedeniyle de, kilit konumlarda bulunan üst rütbeli generallerin bu hatalı tutumu, bütün orduyu zan altında bırakmış, tarih önünde sorumlu kılmıştır! Karşı karşıya olduğumuz tablonun sorumluluğunu sadece siyasilerin sırtına yükleyerek, işin içinden sıyrılmak mümkün değildir. Özkökler, Büyükanıtlar, Başbuğlar ve hepsinden önemlisi bu kişilere körü körüne destek olup millici saflarda affedilemez bir bilinç bulanıklığı yaratanların sorumluluğu görmezden gelinebilir mi?
Dahası, bütün bu tablo hakkında uyarılar yapanlar da vardı. Ama bu kişilerin söyledikleri görmezden gelindi, bu insanlar hakaretlerle, karalamalarla susturulmaya çalışıldı! Şimdi, yakın dönemdeki ordu komuta kademesinin benimsediği tavrı körü körüne savunmuş olan “çokbilmişler takımı”, bir iki ufak eleştiri ile kendi hatalı konumunu gözlerden saklayabileceğini ve önümüzdeki siyasi sürece yine önderlik edebileceğini mi sanıyor? Halkın ve aydınlar kesiminin bu sözde “öncülere” itibar etmemesinin bir anlamı yok mu?
"Ya istiklal ya ölüm! Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!" şeklinde ifade ettiğiniz hedefe sonuna kadar katılıyorum. Ama daha 1990’larda Mustafa Kemal’i “Kürtlere katliam yapmış bir kişi” olarak ilan eden, “Kemalizm’in Türkiye’nin geleceğinde yeri olmadığı” konusunda CIA ajanı Fuller ile aynı görüşleri savunan ve bugün bile ayrılıkçı terör örgütünden “PeKeKe” şeklinde bahsedenlerin samimiyetine zerre kadar inancım yok artık! Halkımız da bunlara inanmıyor zaten.
Oysa bu kişiler değil miydi, yıllarca Özköklere, Büyükanıtlara, Başbuğlara toz kondurmayan? İşte bu NATO Paşalarının bugün neler yaptığını görüyoruz! “Serdar Ant” ya da “Cumhur Utku” sabahtan akşama kadar şu yaşananların aleyhinde konuşsa bile Türkiye’de yaprak kıpırdamaz. Ama Genelkurmay Başkanı çıkıp "Ya istiklal ya ölüm! Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!" dese, 2007 Bahar mitinglerinin milyonları yeniden ayağa kalkar! O zaman bu suskunluğa karşı açık bir tavır almadan, ne sağlıklı bir güç birliği olur ne de yapılacaklardan bir sonuç alınır.
Daha somut konuşayım isterseniz… Geçmişi de bırakalım bir yana… Hepimizin geçmişinde hatalar olmuştur. Bir an için geçmişte yapılan hatalar ne olursa olsun, her şeyi unutalım, bugüne ve geleceğe bakalım…
Örneğin sizin de çok yakın ilişkileriniz olduğunu sandığım İşçi Partisi’ni alalım… İşçi Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin, bugün bölücü örgütten “PeKeKE” diye bahseden bir kişidir! Bu da öyle Türkçe aşkıyla benimsenmiş bir tavır falan değildir, görmezden gelinecek bir ayrıntı da değildir. Şeytan ayrıntıda gizlidir çünkü… Bilinçaltına egemen olan zihniyeti gösteren bir söylemdir bu… Dahası, bu kişinin geçmişi de bu söylemi destekler örneklerle doludur!’
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in yazdıklarını da hepimiz okuyoruz işte… 13 Eylül tarihli Aydınlık’ta şunları söylüyor Perinçek:
“Türkiye hâkim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir.”
Asker, polis, çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı genç demeden yıllardan beri kan döken, can alan PKK teröristleri Perinçek’in gözünde “Kürt halk kitleleri”dir! Terörle yapılan mücadele de “Kürt halk kitlelerini bastırma…”!
Bu görüşleri savunan Perinçek bir de öneride bulunuyor:
“ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir!”
PKK, “Kürdümüz” oldu! PKK’ya karşı ülkemizi savunmak da “hayal” ve “gaflet”!
Bu adamlarla mı birleşeceğiz Sayın Utku?
Atatürk’ün dediği gibi “Bu memleketin vatanseveri kadar haini de vardır!”
Saygılarımla,
Serdar ANT 21.10.2009
Siz bir askersiniz. Ben de bir asker çocuğuyum. Bugün Türkiye’de birçok kişinin orduya ve ordu mensuplarına karşı sempatisi olabilir. Ülkesine ve devletine bağlı biri olarak orduyu ve ordunun benimsediği dünya görüşünü benimseyebilir. Ben de kendimi bu grup içinde görüyorum. Ama bu gruba dâhil edilebilecek diğer kişilerden farklı olarak, benim orduyla organik bir bağım da var. Babam asker, bir anlamda “askeriyenin ekmeği” ile büyüdüm. Orduya karşı duygularım sempatiden kaynaklanmıyor. Hâlâ o imkânlardan yararlanıyorum. (Sizin askeriye ile olan ilişkiniz ise benimkinden çok daha ileridir sanırım)
Bu çerçevede kendi kendime soruyorum: "Ya istiklal ya ölüm! Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!" hedefiyle, Türk ordusunun komuta kademesinin bugünkü tavrı arasında bir seçim yapmak gerekirse, hangisini seçerim?
Denilebilir ki, “böyle bir seçim yapmana gerek yok, çünkü Genelkurmay da zaten bu ideali benimsemiştir!”
Ben bu görüşte değilim. Bugüne kadar yaşadıklarımız, yaşamakta olduklarımız ve korkarım ki yaşayacaklarımız ne yazık ki Genelkurmay’ın tavrının bizim amaçladıklarımızla uyuşmadığını gösteriyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüksek komuta kademelerinde eski silah arkadaşlarınız ya da öğrencileriniz vardır belki. Onlar size birebir sohbetlerinde neler söylüyorlar bilmiyorum. Ama benim Türkiye’de olan bitenlerden çıkardığım ders şudur ki, Genelkurmay’ın ne bağımsızlık umurunda ne Kemalizm… ABD ve AB ise yüksek rütbeli komutanlarımızın, yani ordumuzun direksiyonunda olanların toz kondurmadığı “dostlar”!
Hal böyle olunca birbirimizi beğenmemek ya da küçümsemek, belki bunun bir sonucu olarak da birleşememek somut bir temele oturuyor. Belki yaşam deneyimlerimiz farklı… Kimimiz daha genciz, kimimiz daha görmüş geçirmiş… Uzmanlık alanlarımız da farklı… Ama en nihayetinde hepimiz en azından yaşamımızın son on yılını Türkiye’de geçirdik! Neler gördük şu son on yılda?
AKP adlı örgütlü ortaçağ kuvvetinin iktidara gelişini ve devleti adım adım ele geçirişini gördük! Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu, TBMM Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve daha birçok devlet kurumu tarikatçıların denetiminde bugün… Sonra Türkiye’nin bütün devrimci kazanımlarının tek tek yok edildiğini gördük! Burada teker teker saymama gerek yok sanırım. Türk dış politikasının ters yüz edildiğini, Kıbrıs’tan Ermenistan’a kadar hemen tüm alanlarda Türkiye’ye diz çöktürüldüğünü gördük! Ülkemizin soyulma ve talan edilme sürecinin hızlandığını, acımasız bir sömürüye hız verildiğini gördük! Ve hepsinden önemlisi, ayrılıkçı terörün meşrulaştırıldığını, Türkiye’nin bütünlüğünün, milletin birliğinin masaya yatırıldığını, ülkemizin varlığının tartışmaya açıldığını gördük! Bütün bunları hep beraber yaşadık!
İşte bütün bu süreç içinde devlet mekanizmasının yetkili koltuklarında oturanlar tarih önünde sorumludur. Bu zaman zarfında görev yapan yetkili ve etkili askerler de en büyük sorumludur. Çünkü siyasi partilerden farklı olarak, ordunun Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tarihsel sorumluluğu vardır! Her türlü siyasi ve hukuki ölçütün üzerinde olan görev ve sorumlulukları vardır! Orduya komuta edenler bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmemişlerdir, gericiliğe kuyruk olmuşlardır. Türk ordusunun sarsılmaz disiplin anlayışı nedeniyle de, kilit konumlarda bulunan üst rütbeli generallerin bu hatalı tutumu, bütün orduyu zan altında bırakmış, tarih önünde sorumlu kılmıştır! Karşı karşıya olduğumuz tablonun sorumluluğunu sadece siyasilerin sırtına yükleyerek, işin içinden sıyrılmak mümkün değildir. Özkökler, Büyükanıtlar, Başbuğlar ve hepsinden önemlisi bu kişilere körü körüne destek olup millici saflarda affedilemez bir bilinç bulanıklığı yaratanların sorumluluğu görmezden gelinebilir mi?
Dahası, bütün bu tablo hakkında uyarılar yapanlar da vardı. Ama bu kişilerin söyledikleri görmezden gelindi, bu insanlar hakaretlerle, karalamalarla susturulmaya çalışıldı! Şimdi, yakın dönemdeki ordu komuta kademesinin benimsediği tavrı körü körüne savunmuş olan “çokbilmişler takımı”, bir iki ufak eleştiri ile kendi hatalı konumunu gözlerden saklayabileceğini ve önümüzdeki siyasi sürece yine önderlik edebileceğini mi sanıyor? Halkın ve aydınlar kesiminin bu sözde “öncülere” itibar etmemesinin bir anlamı yok mu?
"Ya istiklal ya ölüm! Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!" şeklinde ifade ettiğiniz hedefe sonuna kadar katılıyorum. Ama daha 1990’larda Mustafa Kemal’i “Kürtlere katliam yapmış bir kişi” olarak ilan eden, “Kemalizm’in Türkiye’nin geleceğinde yeri olmadığı” konusunda CIA ajanı Fuller ile aynı görüşleri savunan ve bugün bile ayrılıkçı terör örgütünden “PeKeKe” şeklinde bahsedenlerin samimiyetine zerre kadar inancım yok artık! Halkımız da bunlara inanmıyor zaten.
Oysa bu kişiler değil miydi, yıllarca Özköklere, Büyükanıtlara, Başbuğlara toz kondurmayan? İşte bu NATO Paşalarının bugün neler yaptığını görüyoruz! “Serdar Ant” ya da “Cumhur Utku” sabahtan akşama kadar şu yaşananların aleyhinde konuşsa bile Türkiye’de yaprak kıpırdamaz. Ama Genelkurmay Başkanı çıkıp "Ya istiklal ya ölüm! Ne ABD, ne AB, Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın milli demokratik devrim, yaşasın Kemalizm!" dese, 2007 Bahar mitinglerinin milyonları yeniden ayağa kalkar! O zaman bu suskunluğa karşı açık bir tavır almadan, ne sağlıklı bir güç birliği olur ne de yapılacaklardan bir sonuç alınır.
Daha somut konuşayım isterseniz… Geçmişi de bırakalım bir yana… Hepimizin geçmişinde hatalar olmuştur. Bir an için geçmişte yapılan hatalar ne olursa olsun, her şeyi unutalım, bugüne ve geleceğe bakalım…
Örneğin sizin de çok yakın ilişkileriniz olduğunu sandığım İşçi Partisi’ni alalım… İşçi Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin, bugün bölücü örgütten “PeKeKE” diye bahseden bir kişidir! Bu da öyle Türkçe aşkıyla benimsenmiş bir tavır falan değildir, görmezden gelinecek bir ayrıntı da değildir. Şeytan ayrıntıda gizlidir çünkü… Bilinçaltına egemen olan zihniyeti gösteren bir söylemdir bu… Dahası, bu kişinin geçmişi de bu söylemi destekler örneklerle doludur!’
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in yazdıklarını da hepimiz okuyoruz işte… 13 Eylül tarihli Aydınlık’ta şunları söylüyor Perinçek:
“Türkiye hâkim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir.”
Asker, polis, çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı genç demeden yıllardan beri kan döken, can alan PKK teröristleri Perinçek’in gözünde “Kürt halk kitleleri”dir! Terörle yapılan mücadele de “Kürt halk kitlelerini bastırma…”!
Bu görüşleri savunan Perinçek bir de öneride bulunuyor:
“ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir!”
PKK, “Kürdümüz” oldu! PKK’ya karşı ülkemizi savunmak da “hayal” ve “gaflet”!
Bu adamlarla mı birleşeceğiz Sayın Utku?
Atatürk’ün dediği gibi “Bu memleketin vatanseveri kadar haini de vardır!”
Saygılarımla,
Serdar ANT 21.10.2009
Yorumlar
Yorum Gönder