KIRK YIL SONRA 12 EYLÜL DEĞERLENDİRMESİ
Kendine Kemalist diyebilen tek gazete Cumhuriyet bile 12 Eylül’ün kırkıncı yılında “Eylül Darbesi”ni şöyle değerlendiriyor:
“1977
yılı sonunda, kendisine dayatılan 24 Ocak kararlarını uygulamakta ayak direyen
Ecevit hükümeti, Sovyetleri gözetlemek için casus uçakların Türkiye’de uçuşuna
izin verilmesi talebini reddetti. Milli
Maden Yasasının çıkarılmasının ardından ATAŞ Rafinerisi kamulaştırıldı. Darbe
için gerekli koşullar hazırlanırken ara seçimde ağır bir yenilgi alan CHP, bunu
güvensizlik sayarak iktidardan ayrılınca, darbenin hedefi olmaktan kurtuldu.”
Görüyor
musunuz ne kadar geniş ve kapsamlı bir öngörü? Darbe daha yıllar önceden
planlamış bile. Planlayan Washington, planı uygulayanlar da Amerika Birleşik
Devletleri’nin o gün bizim çocuklar dedikleri olsa gerek.
Lahavle!
Hepsi bir hayalden ibaret ve hiçbirinin Harekât planıyla ilgisi yok. Olayların
saptırılması dilsiz tarih için çok kolaydır. Kenan Evren bunları hissettiği ve
ölülerin konuşamayacağını bildiği için “Amerika” safsatasına karşı
diyeceklerini dedi, yazdı ve öldü. Lütfen 6 ciltlik anılarını bulun bir
yerlerden de okuyun kahraman İlhanist’ler!
Bir de o zamanlar İlhan Selçuk’un neler yazdığını…
Benim
dışımdaki gelişmeleri bilemediğim ama içinde genç bir subay olarak yaşadığım
Bayrak Harekatıyla devlet yönetimine el koyan tarihi müdahalenin, bu kadar
yüzeysel ve bu kadar kanıtsız, bu kadar nesnel değerlendirilmesine gerçekten
kızıyorum. Tam da aşağıdaki değerlendirmelerimin bir örneği olan yazı dizisi
yayınlıyor 40 yıl sonraki Cumhuriyet. Kıyaslayın lütfen. Siz de bana
kızabilirsiniz elbette…
İHTİLALE
DARBE DEMENİN HAKLILIĞI
12 Eylül davasına ilişkin duruşmada
savunmasını yapan Kenan Evren,” Biz o gün doğru olanı yaptık. Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal
yapardık.” dedi. Evren, Ankara GATA’dan
sesli ve görüntülü iletişim sistemleri aracılığıyla Ankara 12. Ağır Ceza
Mahkemesi’ne savunmasını yaptı. ”Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iktidar olma meraklısı olmadığını.” söyleyen
Evren, “Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik.
Herkesin ihtilal ile ihtilale teşebbüsün aynı şey olmadığını bilmesi gerekir.” dedi ve soruları yanıtlamayacağını bildirdi.
(4 Nisan 2012, Gazeteler)
Bundan tam kırk yıl önce
bir darbe oldu ve o darbenin hangi yandan geldiğini bilmeyen siyasal örgüt ve
partiler abandone olup sessizce beklediler. Aradan en fazla üç hafta geçtikten
sonra anarşi kalkmış ama karşılıklı vuruşmalar ve devlete karşı terör
hareketleri yeniden başlamıştı. Darbe boşa mı gitmişti? Oradaydım, tam yumruğun
vurduğu/vurulduğu yerde…
Türk
Ordusunun emir komuta zinciri içinde yönetime el koymak maksadıyla uygulanan
Bayrak Harekâtına yani kısa adıyla 12 Eylül 1980’e “darbe” derler
oysa onun gerçek tanımı ihtilaldir. Olsun, darbe diyelim ne fark eder ki?
SUÇLU
HEP ASKERLERDİR
Darbe,
bugün yaşı ellinin altında olanlara “eylül günleri” gibi dramatik
konu başlıklarıyla hikâye edilmiştir. 12 Eylül 1980 gününü yaşamamış olanlar
darbeyi değerlendirmekte zorlanırlar. Onlar olayı tarih kitaplarından değil
hikâye ve romanlardan (sinemalardan) öğrenmiştir. Sinemacılar, tiyatrocular,
romancılar, darbeden söz ederlerken çoğunlukla “12 Eylül’de yaşananlar
tek kelimeyle vahşetti.” derler.
Vahşet, bela, sürgün, korku, işkence, idam ve benzer kelimeler
kullanılarak dikkatler çekmek isterler. Okuyanlar ve izleyenler de doğal olarak
bu vahşeti yapanları arayıp bulmak isterler. “12 Eylül kaynaklı sorunlarımız…” diye başlayıp bugün Türkiye’de ne kadar sorun
varsa 12 Eylül 1980 ihtilaline bağlamak kolaycılığını ya da art niyetini
yaşarlar, yaşatırlar. Derin devletten PKK’ye,
siyasi satılmışlıktan AKP’ye, Türkiye’nin bu günkü durumunu 12 Eylül iktidarına
yüklemek yerine, sebep ve sonuç ilişkileriyle akıl yürütmek, gençlerin bilgi
sahibi olmasını sağlamak, geçmişi unutmamak, unutturmamak gerekmektedir.
Askerlerden önce geçmişteki
siyasal yöneticilerin hepsinin hesap vermesi gerekirdi. Hesap vermeden çekip
gittiler. Şimdiki tehlikeli “tek kişi rejimi” bile yetmiş yaşını
aşmış bizlerin üstüne kaldı. AKP’yi ve onun başkanını 12 Eylül iktidarı getirdi
diyen binlerce metin bulabilirsiniz internette. Günümüzde 12 Eylül ile ilgili
değerlendirmeler yapılırken, o günlerde Türkiye'yi yönetenlerin (muhalefet
dahil) darbe öncesi zavallılıkları ve yurdumuzun o günkü sosyal durumu
unutulmakta, darbe (ihtilal) yönetimi kötülenmektedir.
Elbette darbe, en kötü demokratik
yönetimden de kötüdür. Bir Yurtsever darbe taraftarı olamaz. “12 Eylül demek; işkence, sıkıyönetim, 24 Ocak
kararları, İMF ve dünya bankası, hukukun gidişine ve imamların gelişine yol
açmak demektir.” Doğru,
katılırım. İktidarda ya da muhalefette olsun günümüz
siyasetçileri, Türkiye’nin yakın geçmişi ile ilgili değerlendirmeler yaparken
o günkü kötü ortamın nedeni olarak yalnız askerleri suçlarlarsa hiçbir yere
varamazlar.
Türkiye şu kadar askeri müdahale, şu
kadar darbe şu kadar ihtilal yaşadı diyerek söze başlayanlar, her devrin sosyal
ve siyasal dalgalanmasının (konjonktür) kendine özgü olduğunu unutmamalıdır. Bir
şey daha unutulmamalıdır. 15 Temmuz 2016 tarihindeki inançsız ve kanlı
kalkışmanın ne darbeyle ne de ihtilalle yakından uzak bir benzerliği olmadığı,
yakın tarihimizdeki hiçbir ihtilalde sokaklarda kan akmadığı, yüzlerce kişinin
ölmediği unutulmamalıdır. O kanlı kalkışmayı siyasilerin duruşu, halkın direnci
ya da tek adamın karizması falan değil gene Türk Ordusu içindeki Cumhuriyetçi
ve Kemalist askerlerin direnişinin durdurduğu da unutulmamalıdır. İhtilaller üzerinde akademik çalışma yapanlar,
askerlerin her dönem aynı kalıptan çıkmış (aynı Harbiye’den mezun) kişiler
olmadığını bilmelidirler.
TÜRK
ORDUSU HER ZAMAN ATATÜRK’ÜN EMRİNDEDİR
12
Eylül 1980 günü sabahı devlet yönetimine müdahale edenlerin niyetleri
demokrasiyi yok etmek değildi. Sözde milli iradeye saygılı olmak uğruna, dış ve
iç tepkilerden dolayı çekingen davrandılar. Süleyman Demirel’in gizliden,
Bülent Ecevit’in açıktan demokratik direnmelerine karşı koyamadılar. Yaptıkları darbe kısa sürede arbede oldu. Korktular.
Oysa emir komuta zinciri içinde, hiçbir askerin itiraz etmediği ve kanunların
verdiği yetkiyle yapılan bu ihtilal, devrim yaratabilirdi.
Türkiye 40 yıl
önce büyük bir fırsatı kaçırmıştır. Asıl bizim kuşağa acı veren ve iç karartan
durum, 12 Eylül 1980 günü sonrasında Cumhuriyet Devriminin devamını sağlayacak
fırsatların kaçmış olmasıdır. Orgeneral
Kenan Evren ve onun silah arkadaşlarının yargılanması büyük bir safsatadır.
Dönüp geriye bakmalı, dersler almalı ama günümüz olaylarına da uzak
kalmamalıyız. Asıl tehlikeli kişiler siyaset, ticaret ve tarikat mensubu sivil
darbecilerdir.
Türk Ordusu hiçbir
zaman siyasete karışmamış, karıştırılmıştır. O milletin Ordusudur. Onun mayası
30 Ağustos zaferini yaratan düzenli orduda atılmıştır. Değişmez Başkomutanı da
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Çok güzel bir yazı olmuş ağabey.
YanıtlaSil