KIRK DÖRT YIL SONRA 12 EYLÜL DEĞERLENDİRMESİ


Kendine Kemalist diyebilen tek gazete Cumhuriyet bile 12 Eylül’ün yıldönümünde “12 Eylül Darbesi”ni şöyle değerlendiriyor:

“1977 yılı sonunda, kendisine dayatılan 24 Ocak kararlarını uygulamakta ayak direyen Ecevit hükümeti, Sovyetleri gözetlemek için casus uçakların Türkiye’de uçuşuna izin verilmesi talebini reddetti.  Milli Maden Yasasının çıkarılmasının ardından ATAŞ Rafinerisi kamulaştırıldı. Darbe için gerekli koşullar hazırlanırken ara seçimde ağır bir yenilgi alan CHP, bunu güvensizlik sayarak iktidardan ayrılınca, darbenin hedefi olmaktan kurtuldu.”

Görüyor musunuz ne kadar geniş ve kapsamlı bir öngörü? Darbe daha yıllar önceden planlamış bile. Planlayan Washington, planı uygulayanlar da Amerika Birleşik Devletleri’nin o gün bizim çocuklar dedikleri olsa gerek. Lahavle!

Hepsi bir hayalden ibaret ve hiçbirinin harekât planıyla ilgisi yok. Olayların saptırılması dilsiz tarih için çok kolaydır. Kenan Evren bunları hissettiği ve ölülerin konuşamayacağını bildiği için “Amerika” safsatasına karşı diyeceklerini dedi, yazdı ve öldü. Lütfen 6 ciltlik anılarını bulun bir yerlerden de okuyun kahraman İlhanist’ler!  Ayrıca o zamanlar İlhan Selçuk’un neler yazdığını da “Eylül Yalanları” kitabımdan okuyabilirsiniz.

Benim dışımdaki gelişmeleri bilemediğim ama içinde genç bir subay olarak yaşadığım Bayrak Harekatıyla devlet yönetimine el koyan tarihi müdahalenin, bu kadar yüzeysel ve bu kadar kanıtsız, bu kadar nesnel değerlendirilmesine gerçekten kızıyorum. Tam da aşağıdaki değerlendirmelerimin bir örneği olan yazı dizisi yayınlıyor 40 yıl sonraki Cumhuriyet. Kıyaslayın lütfen. Siz de bana kızabilirsiniz elbette…

İHTİLALE DARBE DEMENİN HAKLILIĞI

12 Eylül davasına ilişkin duruşmada savunmasını yapan Kenan Evren, “Biz o gün doğru olanı yaptık. Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık.” dedi. Evren, yaşlı hasta yatağından sesli ve görüntülü iletişim sistemleri aracılığıyla Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne savunmasını yaptı. "Türk Ordusunun iktidar olma meraklısı olmadığını.” söyleyen Evren, “Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik. Herkesin ihtilal ile ihtilale teşebbüsün aynı şey olmadığını bilmesi gerekir.” dedi ve soruları yanıtlamayacağını bildirdi. (4 Nisan 2012, Gazeteler)

Bundan tam kırk dört yıl önce bir darbe oldu ve o darbenin hangi yandan geldiğini bilmeyen siyasal örgüt ve partiler abandone olup sessizce beklediler. Aradan en fazla üç hafta geçtikten sonra anarşi kalkmış ama karşılıklı vuruşmalar ve devlete karşı terör hareketleri yeniden başlamıştı. Darbe boşa mı gitmişti? Oradaydım, tam yumruğun vurduğu/vurulduğu yerde…

Türk Ordusunun emir komuta zinciri içinde yönetime el koymak maksadıyla uygulanan Bayrak Harekâtına yani kısa adıyla 12 Eylül 1980’e “darbe” derler oysa onun gerçek tanımı ihtilaldir. Olsun, darbe diyelim ne fark eder ki?

 

SUÇLU HEP ASKERLERDİR

Darbe, bugün yaşı ellinin altında olanlara “eylül günleri” gibi dramatik konu başlıklarıyla hikâye edilmiştir. 12 Eylül 1980 gününü yaşamamış olanlar darbeyi değerlendirmekte zorlanırlar. Onlar olayı tarih kitaplarından değil hikâye ve romanlardan (sinemalardan) öğrenmiştir. Sinemacılar, tiyatrocular, romancılar, darbeden söz ederlerken çoğunlukla “12 Eylül’de yaşananlar tek kelimeyle vahşetti.” derler.  Vahşet, bela, sürgün, korku, işkence, idam ve benzer kelimeler kullanılarak dikkatler çekmek isterler. Okuyanlar ve izleyenler de doğal olarak bu vahşeti yapanları arayıp bulmak isterler. “12 Eylül kaynaklı sorunlarımız…” diye başlayıp bugün Türkiye’de ne kadar sorun varsa 12 Eylül 1980 ihtilaline bağlamak kolaycılığını ya da art niyetini yaşarlar, yaşatırlar. 

Derin devletten PKK’ye, siyasi satılmışlıktan Akepe’ye, Türkiye’nin bugünkü durumunu 12 Eylül iktidarına yüklemek yerine, sebep ve sonuç ilişkileriyle akıl yürütmek, gençlerin bilgi sahibi olmasını sağlamak, geçmişi unutmamak, unutturmamak gerekmektedir.

Askerlerden önce geçmişteki siyasal yöneticilerin hepsinin hesap vermesi gerekirdi. Hesap vermeden çekip gittiler. Şimdiki tehlikeli “tek kişi rejimi” bile yetmiş yaşını aşmış bizlerin üstüne kaldı. AKP’yi ve onun başkanını 12 Eylül iktidarı getirdi diyen binlerce metin bulabilirsiniz internette. Günümüzde 12 Eylül ile ilgili değerlendirmeler yapılırken, o günlerde Türkiye'yi yönetenlerin (muhalefet dahil) darbe öncesi zavallılıkları ve yurdumuzun o günkü sosyal durumu unutulmakta, darbe (ihtilal) yönetimi kötülenmektedir.

Elbette darbe, en kötü demokratik yönetimden de kötüdür. Bir yurtsever darbe taraftarı olamaz. “12 Eylül demek; işkence, sıkıyönetim, 24 Ocak kararları, İMF ve dünya bankası, hukukun gidişine ve imamların gelişine yol açmak demektir.” Doğru, katılırım. İktidarda ya da muhalefette olsun günümüz siyasetçileri, Türkiye’nin yakın geçmişi ile ilgili değerlendirmeler yaparken o günkü kötü ortamın nedeni olarak yalnız askerleri suçlarlarsa hiçbir yere varamazlar.

“Türkiye şu kadar askeri müdahale, şu kadar darbe şu kadar ihtilal yaşadı” diyerek söze başlayanlar, her devrin sosyal ve siyasal dalgalanmasının (konjonktür) kendine özgü olduğunu unutmamalıdır. Bir şey daha unutulmamalıdır. 15 Temmuz 2016 tarihindeki inançsız ve kanlı kalkışmanın ne darbeyle ne de ihtilalle yakından uzak bir benzerliği olmadığı, yakın tarihimizdeki hiçbir ihtilalde sokaklarda kan akmadığı, yüzlerce kişinin ölmediği unutulmamalıdır. O kanlı kalkışmayı siyasilerin duruşu, halkın direnci ya da tek adamın karizması falan değil gene Türk Ordusu içindeki Cumhuriyetçi ve Kemalist askerlerin direnişinin durdurduğu da unutulmamalıdır.  
İhtilaller üzerinde akademik çalışma yapanlar, askerlerin her dönem aynı kalıptan çıkmış (aynı Harbiye’den mezun) kişiler olmadığını bilmelidirler.


TÜRK ORDUSU HER ZAMAN ATATÜRK’ÜN EMRİNDEDİR

12 Eylül 1980 günü sabahı devlet yönetimine müdahale edenlerin niyetleri demokrasiyi yok etmek değildi. Sözde milli iradeye saygılı olmak uğruna, dış ve iç tepkilerden dolayı çekingen davrandılar. Süleyman Demirel’in gizliden, Bülent Ecevit’in açıktan demokratik direnmelerine karşı koyamadılar.  Yaptıkları darbe kısa sürede arbede oldu. Korktular. Oysa emir komuta zinciri içinde, hiçbir askerin itiraz etmediği ve kanunların verdiği yetkiyle yapılan bu ihtilal, devrim yaratabilirdi.

Asıl bizim kuşağa acı veren ve iç karartan durum, 12 Eylül 1980 günü sonrasında Cumhuriyet Devriminin devamını sağlayacak fırsatların kaçmış olmasıdır. Türkiye 44 yıl önce büyük bir fırsatı kaçırmıştır. Orgeneral Kenan Evren ve onun silah arkadaşlarının yargılanması büyük bir safsatadır. Dönüp geriye bakmalı, dersler almalı ama günümüz olaylarına da uzak kalmamalıyız.

Asıl tehlikeli kişiler siyaset, ticaret ve tarikat mensubu sivil darbecilerdir.

Türk Ordusu hiçbir zaman siyasete karışmamış, karıştırılmıştır. O milletin Ordusudur. Onun mayası 30 Ağustos zaferini yaratan düzenli orduda atılmıştır. Değişmez Başkomutanı da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

                                                                                                                         Cumhur UTKU

 

 





Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

TÜRK ORDUSU İÇİN ÇALIŞTAY