SİLİVRİ'YE MEKTUP - ııı

Sevgili Silah Arkadaşım,
Bu, sana yazdığım mektuba sonradan el yazısıyla yaptığım ektir. Asıl mektubum daha aşağıdaki başlıkla başlamaktadır.

Mektubu bitirdim tam postaneye gidiyordum ki, arabanın radyosundan komutanların istifası haberini duydum. İki yıl geç kalmış onurlu bir istifa ve ciddi bir durum… J.Gn.K. ise bu akşam hükümetle liste pazarlığında. Bu pazarlığın onurlu olup olmadığını şimdilik bilemeyiz, işin içinde değiliz ve bu da ilginç bir durum…
İnşallah Işık Paşa, Necdet Paşaya “Sen kalacaksın!” demiştir ve geride kalanları yalnız bırakmamıştır. Yoksa vicdansızlık mı olurdu?
Oluşan bu duruma bayram eden mümtaz medyamıza başbakanlıktan da talimat verilmiş; “istifa ettiler” demeyeceksiniz “emekli oldular” diyeceksiniz! Bunlar, tabir ve tavırları çok iyi kullanabilen akıllı, sosyal psikolojiyi, propaganda vasıtalarını iyi bilen, uyanık bir takıma sahipler.
Demek ki neymiş; Türkiye’de eyyamcılıkta generaller politikacılara yetişemezlermiş... Son İttihatçı Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana Türk halkının gözünde paşaların büyük kısmı, gözüpeklikten uzak, ihtiraslarının kurbanı olmuş generallerden ibarettir.
Bu millet Recep Tayyib’in tamamen emrine girmiştir.
Yazık!                                                                                                                                                C.U.


Antalya, 29 Temmuz 2011
Sevgili Silah Arkadaşım,
Onbeş gün sonra yazacağım demiştim, oysa bir önceki mektubumu yazalı yirmi gün olmuş. Yaz tembelliği bu… Antalya sıcağından gece, gündüz kaçmak ve kurtulmak için kapı pencereleri kapatıp soğutucu aleti yakıyorum devamlı. Onbeş gündür buradayız. Yarın ayrılıp yazın sonuna kadar rutubeti Antalya’dan şaşılacak kadar çok olan Yalova’da olacağız. Ailem iyiler. Seninkilere de arada bir telefon edip hal ve hatırlarını soruyorum.
Kürtçülerin seçim sonrası çıkışları, özerklik ilanı safsatası ve kitlesel şehit haberleri hala gündemi meşgul ediyor. Recep Tayyip, tek adamlığını iyi kullanıyor. Terörle savaşı, birileriyle anlaştı ve bıraktı. Teröristle savaşta ise yeni yapılandıracağı polisi kullanacağını açıklayarak, tek adamlığa devam ettiğini, bu işi askerin beceremediğini, kendine biat edecek orduyu kurabileceğini falan kamuoyuna işlemeye çalışıyor. Bu konudaki bütün veriler onun elini güçlendirdiğinden bence başarılı da oluyor… Geçen gün BDP’nin genç adamı Selahattin Demirtaş “DTK’nın ilan etmiş olduğu demokratik özerkliği meşru hak olarak görüyoruz.” dedi. Tek adamın bu konuda bütün dünyada yankı yapacak bir zıpırlığa daha kalkmasından korkuyorum.
Bu arada ekonomi baş aşağı gidiyor, alış verişin tek adamı şimdilik “altın” denilen maden. Çeyrek altın 150 lira oldu. Kimler en çok altın sever bu memlekette?

Genelkurmay Başkanlığı Silvan çatışmasıyla ilgili kapsamlı bir açıklama yaptı. Boyalı basın bu açıklamanın yalnızca bir maddesine atlayıp manşete taşıdı; “Silvan Yargıda!” Genelkurmay “yasal işlemler başlatılmıştır…” demiş, dördüncü ve en etken güç olan mümtaz basınımız “Yargıda…” diye bağırmış. Yani,“Ayvayı yediniz komutanlar!” demek istemiş. Sıcak sizin başınıza mı vurdu ey gazeteci çocuklar? Bir iki gün Bodrum ya da Alaçatı’ya doğru gidin de dinlenin… Yargı ne? Jandarma kim? Silvan nerede? Vicdan nerede? Ayrıntıyı öne çıkartıp esası halktan kaçırmanın daniskası değimli bunlar? Yargı, hep egemenlerin yargısı olmuştur. Kimler egemedir bu gün bu memlekette?

İhtilallerin mantığına ve kendine özgü hukukuna benzer adalet uygulamalarıyla, kamuoyundan saklanan, özel savcılar ve mahkemeler marifetiyle yürütülen bir hukuk vardır artık memlekette… Bu, vicdanlarda meşru olan, vicdani sayılan bir hukuk mudur? Silivri'deki duruşmaların evrensel hukukla ve adil yargılanmayla hiç bir ilgisi kalmamıştır.
Ağustos ayında ikinci perdesi açılacak bu vicdansız oyunu izlemek ve Türk Ulusuna izlettirmek için Ulusal Televizyon Kanalları, kamu görevlerini yerine getirmelidir. Ayrıca Genelkurmay Başkanı ve Muhalefet Partilerinin Başkanları oradaki arkadaşlarına "Merhaba!" diyebilmek için karargâhlarıyla birlikte, yarım saatliğine Mahkeme salonundaki dinleyici sandalyelerinde oturmalıdırlar. Buna benzer çağrıyı bütün gazete patronları ve köşecilerine gönderdim. Sence içlerinden umursayan çıkıp yazar mı acaba?
Hiç kimse başka bir kimsenin vicdanına ambargo koyamaz! Ancak “Toplum Vicdanı” diye de bir şey biliyoruz. Ona kamuoyu, kamusal vicdan falan da deniyor.

Vicdan konusunda kitaplarda farklı tanımlar var:
• Vicdan, insanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisidir. (felsefi tanım)
• Vicdan, kişiye eylemleri hakkında yargılayarak, onaylayarak, hesap sorarak, suçlayarak hükümler veren öznel bir bilinçtir.
• Vicdan, insana hata ve doğruyu bildiren bir iç sestir.
• Vicdan, insana iyi ve kötüyü gösteren en iyi yol gösterici, en iyi pusuladır.
• Vicdan, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildiren gerçek ve tek ahlak bilgisi öğretmenidir.
• Vicdan, hata ve doğrunun sınırını belirleyen, uyumak bilmeyen, kişiyi her an, her yerde izleyen, kişinin niyetlerine göre yargılarda bulunan akıllı ve çalışkan bir yargıçtır.
• Vicdan, insanın bütün duygu ve düşüncelerini, bu duygu ve düşüncelerdeki maksat ve niyetleri adım adım izleyen, hiçbirisini kaçırmayan, hatır, gönül, hoşgörü, merhamet, dostluk, iltimas vb. tanımadan yargılayıp sorumluluğu takdir eden ve her zaman uyanık olan bir yargıçtır.
• Vicdan, yüce bir ses tarzında yansıyan İlahi İrade Yasaları’nın gereklerini bildiren bir ruh yeteneğidir. (neo-spiritüalist tanım)
Metafizik anlayış vicdanın doğuştan var olduğunu ileri sürer. Diyalektik anlayışa göre ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucudur vicdan… Günümüzde kimileri "kamusal vicdan" ifadesini kullanmaktaysa da, dinsel, mistik vb. alanlarda böyle bir kavram bulunmaz, vicdan kavramı bu alanlarda hep bireysel vicdan anlamında kullanılmıştır. (ansiklopedik bilgiler)

Bu tanımlar vicdanın bireysel bir özellik olduğunu anlatıyor. Ansiklopediler kamusal vicdan yoktur dese de, bence her organizmanın bir vicdanı vardır ve toplum da bir organizmadır. Ulus vicdanı ya da kamusal vicdanın ne olduğu tartışılır. Türkiye Cumhuriyeti’nin etkin ve yetkin Adalet Bakanlarından olan Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943) ve ben, ulusun vicdanı ‘Bağımsız devletin bağımsız savcıları ve yargıçlarıdır.’ diyoruz. Yaşar Kemal, Kürt ayaklanmasının nedenlerini beş altı yıl önce anlatırken ‘Ülkenin vicdanına artık sivil savaşçılar bulaştı’ diyordu. Şimdi Silivri’de ülkenin vicdanına ne bulaştığını, gene bu memleketin varsa edebiyatçıları ve varsa siyasetçileri anlatmalıdır bu ulusa…
“Bırak bunları, hepimizin bildiği bir ‘Vicdan’ var o da Yüksek kaldırım’da beş numaralı odadaydı, yaşlandı ve kendine bir son pezevenk bulamadan öldü.” diyorsundur gülerek gene. Pezevenk, savaşa gidenlerin köylerde geride kalanlarına yedd-i eminlik yapanlara denirmiş eskiden. Emanete hıyanet edip namus bekçisi adı altında satıp savanlar için bu isim kullanılmaya başlanmış. Bunu da bilirsin… Ben bunu P.Ünal’dan öğrenmiştim.

Binlerce acı, on binlerce haksızlık yaşandığını biliyor herkes. Anadolu topraklarında tarihin başlangıcından bu yana hukuk ve adalet kavramları üzerine on binlerce makale, kitap yazılmış, gök kubbenin altında söylenmemiş söz, yazılmamış kelam kalmamıştır. Bütün bu yazılan ve söylenenler haksızlıkların, acıların ve ölümlerin bir tekini bile geri getirememiştir. Söylemek ve yazmak çok kolay, yaşamak ve yaşatmak çok zordur. Bu son sözü bile binlerce kişi söylemiştir geçmiş zamanlardan bu yana ve değişen bir şey olmamıştır. İnsanlık, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme binasının önündeki çiçek bahçesi gibi değildir. İnsanlığı yapay yürekler, elektronik biletler, internet postaları ve cep telefonları düştüğü yerden kaldıramaz. İnsanlığı kaldıracak ve kalkındıracak olan VİCDAN’dır. İster bireysel isterse kamusal olsun, yeter ki cübbelerin, apoletlerin ve parlayan nişanların gerisinde sızlayan kalpler, gören ve duyan ruhlar olsun. Şimdiki zamanı kurtarmak için ne geçmiş ne de gelecek zaman işimize yarar. Biz kendimizi ancak şimdiki zamanda titreyen ruhlarımızla kurtarabiliriz.

İnsanlar, siyaseti meslek edindiklerinde, rütbeleri omuzlarına koyduklarında ve yukarılara doğru çıktıklarında haklı ya da haksız, kural tanımıyor, kuralları kendileri koymaya kalkışıyorlar… Ey tarih, geldiysen çal kapımı! Millet geleceğini bilmiyor, geçmişiyle küs ve bu günüyle de kavgalı yaşıyor.
Demek ki neymiş? Boynuz hem kulağı geçermiş hem de yürekleri acımasızca delermiş! Bu bir yasa… Bu yasa karşısında herkesin boynu kıldan ince, tamam! Tamam da şu ‘balyoz’ neyin yasası? Kahpeliğin yasası! Nedir o dersen, daha açayım; Kahpelik, kadınlarda orospuluğun moderni, erkeklerde ibneliğin kibarcası yani.

Siyaset bizim memlekette hala bir Açıkhava tiyatrosu, Cemil Topuzlu sahnesi sanki… Bu sahnede yüzlerce oyuncu var ama hiç biri seyirciye değil hep kendilerine oynuyor. Oyuncusu seyircisinden fazla olan bir oyun bu… Her akşam yağmur yağdığı için kimse gelmiyor Cemil Topuzluya ve sahnede yüzlerce oyuncu, kendi kendilerine, ışıkların altında…
Oyun devam edecek gibi…
Sana, koğuş arkadaşlarına ve milletin vicdanlı çoğunluğuna bu oyunu sessizce seyretmek kalıyor. Keşke bu oyunu seyretmeyen, seyretmek istemeyenler seyretseler de tanısalar kendilerini ve vicdanlarını…

Silah arkadaşlarımın tümüne (özellikle sınıf arkadaşlarıma) baki selamlar.

Cumhur UTKU


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI