İÇ KANAMA...

Erciş’te bir Pazar öğle zamanı, saat biri kırk geçiyor… Henüz yapraklarını dökmemiş kavakların yeşilinde parlak, güneşli bir sonbahar günü… On üç yaşındaki Yunus, masalara eski bilgisayar kasaları konulmuş internet kafe denen yerde bir başka dünya, bir başka âlemde…
Saat on üç kırk bir… Yer sarsılıyor, Yunus’un dünyası başına yıkılıyor. Çevre zifiri karanlığa bürünüyor, ekrandaki hayaller kayboluyor, bağırış çağırış ve inlemeler karanlığın içine içine giriyor. Yunus korkuyor…
Demin yanındaki masada bilgisayara bir şeyler yazan adam şimdi Yunus’un üstünde inliyor. Yavaş yavaş adamın inlemeleri sönüyor, Yunus adamın bedenini yana kaydırmayı başararak biraz olsun üstündeki ölü ağırlığından kurtuluyor. Deminden beri içine çekemediği havayı almaya başlıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyor.
Saat öğleden sonra üç… Yunus’un karanlığına bir ışık sızıyor. Işığın yönünde arka taraflarda insan sesleri…
“Kardaş, aha burada, burada… Vur kazmayı buraya, burada birisi var.” Umut sızan parlak delik büyüyor, kazma sesi kürek sesi yaklaşıyor….
Yunus’un gözleri büyüyor. “Abeyy, buradayım abey!”
Yunus sedyede… Araç farlarının tuttuğu yüzü güzel, gözleri pırıl pırıl…

“Saat kaç abey?”
“ On’u geçiyor koçum.”
“Aneyy, babam beni öldürecek, eve çok geç kaldım!”

Yunus’un her yanı ağrıyor. Sedye ambulans aracının arkasına yerleştirilirken, saçları ipek sarısı bir hemşire ona gülümsüyor. İnternet kafedeki ekranda sık sık gördüğü kızlara benzeyen hemşireye o da gülümsüyor. Ağrılar biraz geçiyor. Ambulans sarsılarak ve bağırarak hareket ediyor. Hastaneye varmadan ipek saçlı hemşire öndeki başı bağlı doktor hanıma bağırıyor.

“Abla! Öldü galiba, öldü… Yavaşla!”

Başı bağlı doktor arka kapıyı açıyor, steteskopu Yunus’un bedenine değdiriyor.

“Çok geç, iç kanama…” diyor.

***
Ayni kaderi paylaşıp, ayni toprakların ürünlerini yemek için kavgada kan kaybeden bedenler… Türk ve Kürt’ler, iç kanamadan ölmekteler… Ama henüz geç değil!

Sizler! Türkler ve Kürtleri yönetmeye soyunanlar!

Aklınızı başınıza devşirin! Padişah soyundan olmadığınız gibi, padişahın yönetim kadrosundan da değilsiniz. Yani ne Osmanlısınız, ne de Osmanlı toprak düzeninin beylerindensiniz! Ne şeyh -şıh- soyundan, ne de kapitülasyon dönemi bankerlerindensiniz! Cumhuriyet için ant içerek göreve başladınız. O halde ya Cumhuriyeti koruyun, ya da eyyamcılıkla durumu idare ettiğinizi vicdanınızla baş başa kalıp hesaplaşarak lafazanlığı seçtiğinizi kabul edin! Depremlerde “erken uyarı” henüz yok. Ancak Anadolu toprakları üzerindeki toplumsal depremlerin, iç kanamaların “erken uyarı”sı çoktan verildi…

Türkler ve Kürtler!

Oyuna gelmeyin! Yaşadığınız toprakların ürünlerini siz yiyin! Araya girip nasiplenmeye çalışanları tanıyın! Erken uyanın! İç kanamalar yaratmayın!

Henüz geç değil!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI