HELİKOPTERLER PATIR PATIR…


Helikopter, eski Yunancada dönen kanat demektir. Gökyüzünde seyreden bütün hava araçları ister döner kanatlı ister sabit kanatlı olsun, esasta aynı temel kurallar içinde inerler, kalkarlar ve uçarlar.
Hava aracı kazalarında Kaza Kırım Raporları’nın gayesi, suçluyu bulmak değil, bundan sonraki olası kazaları önlemektir. ( Dört yıl Kara Havacılık Okul ve Eğitim Merkezinde görev yapmış biri olarak söylüyorum bunu.) Elbette bütün kazaların neden olanı, o hava aracının pilotudur. Her kazaya neden olan pilottur ama her kazanın suçlusu pilot değildir. Kim ne derse desin, kim nereye küfrederse küfretsin, Eşref Bitlis’in uçağı da bir pilotaj hatasından düşmüş olup Türkiye boşu boşuna sözde suikastla meşgul edilmiştir. O kazada da suçlu pilot değildir. Oradaydım…

Gelelim şehitlere… Şehitlere gelinmez, şehitlere ayağa kalkılır. Onlar için haykırılır ve onların öcü alınmadan onlara gelmek, hikâye anlatmaktır. Peki, o zaman gelelim hikâyeye.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin helikopterleri son dokuz ayda dört kez düştü ve 40 kişi şehit oldu… Amenna yani hayhay! Olabilir, kazalar üst üste de gelebilir. İki aya kadar önce de cephanelik patladı ve 25 genç fidan parçalandı. Buna da amenna! Askeri bir ortamda meydana gelen kazalara hep hayhay derseniz, kazaları hikâye yaparsınız ve yok yoluna şehitler verirsiniz.
Sizi emre amade bir Genelkurmay Başkanı haline getirmişlerse, başında bulunduğunuz kuruma artık Türk Ordusu değil de TSK denilmeye başlanmışsa olaylar, kazalar artık hep hikâyedir! Şehit pilotu töhmet altına bıraksanız da bırakmamaya gayret etseniz de kabahatli sizsiniz. Siz, ey Genelkurmay Başkanı! Kabahatlisiniz. Hatta suçlusunuz! Komutan, astlarının yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumlu değil midir? O halde hemen metal yorgunluklarını, hava koşullarını ve diğer hikâyeleri bırakıp istifa etmelisiniz.
Helikopterlerin düşmesinin, cephaneliklerin patlamasının teknik nedenlerden önce iki insani nedeni vardır. Birincisi emir komuta zafiyeti, ikincisi ise personel disiplinsizliğidir. İlgisizlik ve bilgisizlik bunları doğurur. Esir alındıktan sonra emekli edilenleri saymazsak, yüzlerce muvazzaf subay ve 25 muvazzaf general ve amiral iki yıldır hapsedilmiştir… Zafiyet ve disiplinsizlik bu noktada başlamaktadır! Bu duruma sizden önceki Genelkurmay Başkanı dayanamadı ve Kuvvet Komutanları ile birlikte istifa etti. Siz ne yaptınız? Sizin ne yaptığınızı tarih yazacak ama önce devre arkadaşlarınız yazacak… Biz subaylarda devre arkadaşlığının önemini asker olmayanlardan iki kişi çok iyi bilmektedir. Kimler mi? Biri başbakanlık yapmaktadır, diğeri ise Atlantik ötesinde beklemektedir…

Afyonkarahisar’daki patlamanın ertesinde, bu olaydaki bilgisizlik, ilgisizlik ve disiplinsizlikleri saklamadan en kısa zamanda kamuoyunu aydınlatın demiştik. Kamuoyu hala Recep Tayyip’in ve onun şürekâsının (gençlere Türkçesi; ortaklarının) saçma sapan söylemleriyle aydınlanmaktadır. Hoşunuza gitmeyen Genelkurmay Halkla İlişkiler Şubesi’ni kapattınız mı? Teşkilat, malzeme ve kadro hanelerinde bu şube fazlalık mıydı? Yoksa zafiyet mi var Genelkurmay Karargâhında? General ve kurmay bulmakta mı zorlanıyorsunuz? Kolayı var! Harbiye’ye kadınları almayın, imamları alın. O imamların bu gün için devletin her kademesinde yerleşik bir kadro halinde olduklarını dün şehit cenazesi töreninden sonra sayın başbakanınız Diyarbakır’dan uçup gittiği Rize’de söyledi zaten. Bir gün önce de Afrika’nın Brunei Sultanıyla birlikte olduğu için Anıtkabir’de sizleri sap gibi yalnız bırakmıştı.

Tarihin en iyi ordularından biri olan Türk Ordusu dökülmeye başlamıştır. Bir tarafta esir alınanlar diğer tarafta şehit olanlar… Helikopterler yorgun… Uzman çavuşlar, başçavuşlar, binbaşılar, albaylar ve generaller de yorgun! Bu yorgunlukların nedeni bilinmiyor. Sonucu özel hukuka kalmış, kabahatlisi, suçlusu yok! Bütün bunlardan en iyi şekilde yararlananlar ise bölünerek devlet kurmaya ve o sözde kurulacak devlette devlet adamı olma hayalinde olan bir takım avukatlardır. 85 yaşındaki Köy Enstitüsü mezunu anam, kabahatin kimde olduğunu gayet iyi biliyor ve bana her telefonda “O devlet düşmanları devleti ele geçirdiklerinden beri geleceğimizi mahvettiler, eğitim ve öğretim birliğimizi yok ettiler! Artık iflah olmaz bu ülke!” diye ağlıyor. Oysa kamuoyu denen nesne, suçluyu da düşmanı da hala bilmiş, öğrenmiş değil!
Kısaca kazanın gerçek nedeni belli... İlgili nedenler, ikincil nedenler ve zahiri nedenler gibi incelenecek maddelerin karşılığını bulmaya uğraşmayın kardeşler, bu maddelerin üzerini çizin artık. Üç nedeni vardır bütün bu kazaların; mevkileri muhafaza etmek, korkaklık ve disiplin zafiyeti… Bir tek de neden olan kişisi. Ortalıkta dolaşmaktadır kibirli ve dangalak, Kasımpaşalı efelenmeleriyle hala... Kararı verin artık!

Zafiyetleri, kolaycı çözümleri, nedenleri ve neden olanları kamuoyuna(!) bırakalım ve kazadaki hikâyeye devam edelim. 10 Kasım sabahı üç kişi saati sormuştu. Sık sık saati sorarlardı. Üçü de ayrı yelerde ve ayrı zamanlarda ama üçü de Anadolu’da yaşamışlardı.

Onlardan biri Mustafa Kemal Atatürk’tü. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk cumhurbaşkanıydı. Hasta yatağındaydı. Yaverine “Saat kaç?” dedi ve 9’u 5 geçe öldü…

İkincisi Kr. Plt. Yzb. Barış Çetin’di. Pervari’deki üs bölgesinden iki dakika önce havalanmışlardı. Yanındaki yardımcısı Kr. Plt. Ütgm. Yakup Çınar’a “Bu ikinci çıkış oldu Yakup, saat kaç?” dedi. Hava önce grileşti sonra sis bastı ve her yön beyaza kesti. Vertigo… Çarptıklarında iş işten geçmişti ve ikisi de saat daha 9’u 5 geçmeden taşıdıkları 15 aslanla birlikte öldü…

Üçüncüsü helikopterin tam teçhizatlı yolcularından Diyarbakırlı Uz.Çvş. Mehmet Yıldızhan’dı. “Ulan…” dedi sol yanındakine “Hava gene kapattı haaa..” Sağ yanında izine gittiğinde nişanlanıp gelen arkadaşına döndü “Atatürk’ü anma törenini dağdaki arkadaşlarla yapacağız herhalde, saat kaç?” dedi. Biraz gevezeydi ve onun gevezeliği helikopterdekileri rahatlatıyordu. Ve hepsi birden büyük bir gürültüyle öldü…

Onlar öldükten aşağı yukarı iki saat sonra, Ankara’da yağan yağmurun altında, avluya sıkışmış kalmış binlerce kişiye henüz yirmisine gelmemiş güzel bir kız bağırıyordu. “Helikopter düşmüş, 17 şehit var millet!” Kalabalıktaki elleri bayraklı kadınlar ağlamaya başladılar. Erkeklerin ağlaması, yanaklarından süzülen yağmur damlalarına gözyaşları karıştığı için fark edilmedi… Fark edilseydi de ne olurdu ki?

10 Kasım 2012 Cumartesi günü saat 12.oo olmuştu ve yukarıdaki polis helikopteri (içinde kimlerin olduğu bilinmez) kalabalığın tepesinde dönerek Tandoğan’daki, Rasattepe eteklerindeki ve Anıtkabir avlusundaki gelincik çiçeklerini saymaya yelteniyordu. Sanki kalabalıktakiler, o helikopterin sesini değil de Pervari’deki helikopterin sesini duyuyordu. Ankara’daki helikopter yalnızca dönen kanatlardı, patır patır. Pervari’deki helikopter ise yeşeren ve sonra kararan umutlardı, patır patır…

Yorumlar

  1. Tebrikler sevgili silah arkadaşım.Yazdıklarınızdan çok istifade ettim.En içten sevgi ve saygılarımla..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI