AKP SİPARİŞİ -SAPANCA TARZI- ANAYASA TASLAĞI
Cumhur UTKU

ÖNCEKİ ANAYASALAR
1876 Anayasası demokrasi geleneği olmayan Osmanlı Devletinde ilk yazılı hukuk belgesi olmuş ve "Meşrutiyet" yönetimini başlatmıştı. 1921 Anayasası Millî Egemenlik ilkesine dayalı ilk anayasaydı. 1961 Anayasası devlete birçok görevler yüklüyor,temel hak ve özgürlükleri ayrıntılı olarak düzenleniyordu. 1982 Anayasası ile getirilen en büyük yenilik, tek meclis sistemine, yani Cumhuriyet geleneğine geri dönülmesiydi. Yürütme biraz daha güçlendirildi. Özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda yeni ve daha keskin ölçüler getirildi. Bütün bu anayasalar o günkü siyasi durum gereği yazıldı, yorumlandı ve meclisler tarafından kabul edildi. 1876 Anayasası hariç hepsinin ortak özelliği, bir zümrenin isteği doğrultusunda değil bütün milletin iradesi doğrultusunda yürürlüğe konmasıydı. Son üç anayasa içeriği itibariyle Kemalizm (ki Atatürkçülük de diyenler vardır) ülküsü dediğimiz Türk Milletinin iradesi ile oluşan düşünce esasından ayrılmamıştır. Kemalizm, milli mücadelede doğmuş, sonra oluşmuş, daha sonrada gelişmiş ve halen gelişmekte olan Türk Devriminin adıdır. Bu adı Anayasadan çıkartmak cesaretini bulanlar Milli Egemenliğe ve Milli Devlete karşı olanlardır. Milletin oylaması sonucu ortaya çıkan yüzde oranının, milli irade olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu günlerde Milli İrade'nin halk oylaması olduğu aldatmacası ile karşı karşıyayız. Hepimiz oyuna gelmekteyiz! Anayasa değişiklik taslağı hazırlayacaklarına Yeni bir anayasa yapıyorlar. Eski anayasayı yürürlükten kaldırıp, kafalarındaki Mustafa Kemal’siz, renksiz ve başıbozuk anayasanın yürürlüğe konulmasının meşruiyet kazanması için değişemez maddelere dokunmadan tümünün değişikliğini yapacaklar. Uzlaşmacı ve katılımcı bir anayasa hemen yapılamayacağına göre de bizler bu anayasa masalı ile epey zaman geçireceğiz. Biz zaman geçirirken birileri de zaman kazanmaya devam edecektir.

CAMBAZLAR
Son beş yıldır Türk siyasetinde Türk Milletinin beyni teslim alınıyor ya da Cambaza bak! diyerek milletin bütün birikimi, varlığı ve değerleri çalınıyor. Baktıran önemli değil. Onu ya da onları bilmeyen yok. Ama akıl tutulmasına uğrayıp bile bile cambaza bakanlara da bakmak gerekiyor. Bakan biziz. Hep cambaza baktık durduk. Cumhurbaşkanlığı dediler baktık... Genel seçimler dediler baktık...Ama hiçbir zaman cambaz ile yerdekilerin işbirlikçi, ortak olduklarını düşünemedik. Yazılanlar kitaplaştı, ciltlendi ve sahafların fare pisliği kokan raflarında kaldı. Kimse aldırmadı söylenenlere, yazılanlara. Aldırmaya başlayıp aklımız başımıza geldiğinde ise iş işten geçecek. Milletçe bütün değerlerimiz ve değer verdiklerimiz elimizden alındığında suçlayacak kimseyi bulamayacağız. Bulsak bile cezalandıracak gücü ve cesareti kaybetmiş olacağız. Cambaz ve ortakları bir akşam direkler arasındaki tellerini toplayıp gidecekler. Tüccarlığı kendinden menkul medya patronları, eski oportünist siyasetçiler ve Avrupa Birliği emperyalizmini evrensellik sanan sözde bilim adamları ise ertesi gün seyretmemiz için başka cambazları mahallemize getirmiş olacaklar. Şimdi yeni anayasa gündemde ve hep birlikte anayasa cambazlarını seyrediyoruz. Yeni Anayasa diyorlar bakıyoruz. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı ile birlikte belki de Yeni Anayasa için de halk oylaması diyecekler bakacağız. Yerel seçimler gelecek bakmaya devam edeceğiz. Geçen bir hafta boyunca güzelim Sapanca Gölünün kenarındaki lüks otelde devletin vicdanı sayılacak yeni anayasanın taslağını bilim erkânı ile siyaset erkânı tartıştılar ve hükümete sundular. Sonra meclisten geçecek ve de sonra halk tarafından oylanacak. Halk oyladıktan sonra da diğer öncekilerde olduğu gibi kimse en az yirmi yıl değiştirmeye kalkamayacak. Siz ona ne anayasası derseniz deyin artık o devletin vicdanıdır, o artık kanun-i esasidir. Kim yapmıştır o anayasayı? Halk mı? Yüzde kaçla? Muhalefet nerdedir? Egemenlik kimdedir? Sorun sorabildiğiniz kadar. Halk oylamış olacaktır ve onlar yani yeni cambazlar yeni yasalarını yeni anayasalarına göre yapacaklar ve cesaretle telin üzerinde yürüme riskini almadan direklere tırmanmakla işi bitirmiş olacaklardır. Anayasayı kim yapar? Bilim adamları mı? Siyaset adamları mı? Yoksa meclisler mi? Metni düzenleme ve onaylama sırası ve süreci nasıldır? Kamuoyu bu hukuksal konuda bilgilendirilmiş midir? İktidar partisinin sipariş ettiği şey anayasa değişiklik metni bile olsa Anayasadan Mustafa Kemal Atatürk'ün izlerini silmeye çalışmaktadırlar. Bunu bilinçli ve sabırlı çalışmalarıyla başaracaklardır. Bizler de seyretmeye devam edeceğiz.

MİLLİ EGEMENLİĞİMİZ
Biz cambaza bakarken son beş yılda nelerimizi kaybettik sayabilir misiniz? Kıbrısd aki varlığımızı, Ortadoğu daki onurumuzu, Ulusal birliğimizi, Devletin kaynaklarını, stratejik kuruluşlarını, paramızın gücünü, topraklarımızı... Birçoğumuz işini, gücünü kaybettik. En önemlisi de son seçim vurgunu ile daha önce biraz var olan muhalefetimizi kaybettik. Yani bir beş yıl daha cambaza bakarken cebimizden neler vereceğimizi anlayabilecek hafızamızı kaybettik. Eskiler idrakimizi kaybettik derlerdi, yeniler ise kafamız basmıyor diyor.Mafya destekli medya, tarikat ve siyaset üçgeni yıllardan beri varlığını sürdürüyor, biz cambaza bakıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri stratejik ortaklık adına kısık ateşlerde pişirdikçe pişiriyor bizi, biz ise hala cambaza bakıyoruz. AB ye girmek isteyen ya da almayacaklarını bildiği halde girmek ister gibi yapan hükümet erkânını -eski solculukları sırf insan hakları ve özgürlükler ile sınırlı- yeni Cumhuriyetçiler yeni anayasaları alkışlıyor, biz cambaza bakıyoruz. Kimsenin sesi çıkmıyor! Sesini çıkartmak isteyenlerin elinden kalemleri, kitapları, silahları alınıyor, üstelik bir de Sen sus darbeci! deniliyor, biz seyrediyoruz. Yeni Anayasa taslağında egemenlik kavramları değiştiriliyor "Milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan kısıtlamalar saklıdır" deniliyor, internette bir kaç yazıdan başka hiçbir ses çıkmıyor milletten, memleketten, medyadan! Sapanca tarzı Anayasa taslağını kendi adamlarından kurulu TBMM ne sunmadan önce Avrupa Birliği yetkililerine sunup onay almaya çalışıyorlar, biz gene seyrediyoruz. Kemalizm, Milli Egemenlik, Milli Devlet, Milli Devrimin altı ilkesi ve tam milli bağımsızlık hiç kimsenin umurunda değil. Özgürlükler geliyor ya sen ona bak! Ne özgürlüğü? Sivil ve cesur cambazları seyretme özgürlüğü...
19 Eylül 2007/Antalya


26 Ağustos 1922, Taarruz Günü
Cumhur UTKU

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır / ne ağaç, ne kuş sesi / ne toprak kokusu vardır. / Gündüz güneşin / gece yıldızların altında kayalardır. / Ve şimdi gece olduğu için / ve dünya karanlıkta daha bizim, / daha yakın, / daha küçük kaldığı için / ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten / evimize, aşkımıza ve kendimize dair / sesler geldiği için / kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi / okşayarak gülümseyen bıyığını / seyrediyordu Kocatepe'den / dünyanın en yıldızlı karanlığını. (Sayfa 101, Kuvayi Milliye Destanı/Nazım Hikmet )Komutanlar ağır ağır Kocatepe'ye çıktılar. Taarruz, topçuların ani ateşiyle başlayacak ve Afyon güneyinden Dumlupınar yönüne devamla düşman kuvvetlerinin tamamı imha edilecekti. Orduları Sakarya muharebelerinden bu yana savunma mevzilerinde olan Yunan generalleri henüz Kocatepe'de neler olduğunu bilemiyorlardı. "Saat 10.oo suları. Ahır dağı'nın kuzey eteğine yakın Yörükmezarı adlı köyde bir kadın küçük bahçesine yayılmış tavuklara yem veriyordu. Dağ yolundan gelen bir uğultu duydu. Uğultu büyüyerek yaklaşıyor, yer titriyordu. Köpekler havlamaktan vazgeçip sindiler. Tavuklar ürküp kümeslerine kaçtılar. Neydi ki bu? Birden dağın içinden kalpaklı süvariler çıkıverdiler. Kadın çığlığı bastı:-Bizimkiler! Kemal'in askerleri!Baştaki subay seslendi:-Bacım, buralarda düşman askeri var mıdır?-Yok! Tokuşlar Köyü'ne kadar rahat. Gâvurlar ondan sonra.Köylüler dışarı uğramışlardı. Binlerce süvari, arkası kesilmeksizin sel gibi ovaya akıyordu. Köyün muhtarı şükür secdesine kapandı. Rezil işgal sona ermişti" (Sayfa 614, Şu Çılgın Türkler/Turgut Özakman)İşte o andan sonra boğaz boğaza bir savaş başlıyordu ovalarda... İşte o andan sonra İngiliz hükümeti anladı ki, dokuzuncu haçlı ordusu olarak kullandıkları Yunan ordusunun komuta kademesi inançsız, erdemsiz ve dirayetsizdir. O andan sonra Mondros ve Sevr tarihin çöplüğüne atılıyordu! O andan sonra ümmet, millete dönüşüyor, çağdışı ve karanlık bir dönem sona eriyor, aklın ve bilimin yolu açılıyordu! Bir daha çekirgeler bile işgal edemeyecekti Anadoluyu...Anadolu topraklarında yaşayan herkes ben Türküm diyecekti! Osmanlının borçları onurla ödenirken dünyanın en yüksek ekonomik kalkınması sağlanacak ve tam bağımsızlığın ne demek olduğu bütün mazlum uluslara gösterilecekti!Türk Büyük Taarruzu, Türk Ulusu ve onun askerine topyekûn bir savaşta silah ve donanımdan önce inancın ve yurtseverliğin daha önemli olduğunu öğretmiştir. Türk Ulusunun kendine güven duygusunu yükseltmiş, ulusal güç ve yeteneğin yeniden canlanmasını sağlamıştır. Türk Büyük Taarruzu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temellerinin atılmasının başlangıcıdır. Bitti sanılan ve mirasının paylaşılmasına kalkışılan Türk Ulusunun yaşamaya hakkı ve yeteneği olduğu dünyaya kabul ettirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın dediği gibi Büyük Taarruz'un her muharebesi askerlik sanatı harikasıdır. Çünkü her muharebe iyi düşünülmüş, iyi planlanmış ve iyi uygulanmıştır. Muharebeleri yöneten Subayların hepsi komutanlık kabiliyetlerini ve yiğitliklerini bu muharebelerde ispatlamışlardır. Büyük Taarruz Türk Ulusunun özgürlük ve bağımsızlığının ölümsüz anıtıdır. Mustafa Kemal Paşa ve Türk halkı, dünyanın en haklı savaşını kazandılar. Çünkü haklıydılar! Sonra savaşlarda şehit düşmeyenler de vakti saati geldi, öldüler. Bir, bilemediniz iki kuşak sonra onların neler çektikleri, neler yaptıkları ve bu topraklara neler verdikleri unutuldu... "Sonra. / Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik / ve Kayseri'li bir nefer / yanan şehrin kızıltısı içinden gelip / öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya / Güneyden kuzeye / Doğudan batıya / Türk halkıyla beraber / seyretti İzmir rıhtımından Akdeni'i."(Sayfa 120, Kuvayi Milliye Destanı/Nazım Hikmet )Acaba o günlerde verilen bağımsızlık savaşı, bu gün, dünyanın en haklı savaşını kazananların torunlarının umurunda mı? Umurlarındaysa, neden Türkiye uluslararası anamalcı ekonomik kuşatmalarla ve küresel sosyalizasyonlarla teslim olmuş durumdadır? Umurlarında değilse, umursayanlar onların umursamaz tutumlarını endişeyle karşılıyorlar mı? Bu gün Türk Ulusunun karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike yozlaşma, ayrışma ve umutsuzluktur. Oysa çözüm, kurtuluştan sonra yaratılan Büyük Türk Devriminden vazgeçmeyi söz konusu etmeden, Mustafa Kemal Atatürk'ün düşünce sistemine, onun uygulamalarına ve T.C. Anayasasının değiştirilemeyecek maddelerindeki temel hükümlere inanmaktır. Bağımsızlık kazanılır ama durmaz, devam eder, devam etmelidir. Bağımsızlığı devam ettirmek için onu kazandığınız anki gücü ve aynı inancı devam ettirmek gereklidir. Öğretmenlere çok iş düşmektedir. Bütün Lise son sınıf öğrencileri Anıtkabir ve Eski Meclisi görmelidirler. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığının ayıracağı ödenek diğer konulardan öncelikli olmalıdır. Bütün Üniversite ve Yüksek Okul öğrencileri ise tarih öğretmenleriyle birlikte Kocatepe'ye ve Dumlupınar'a gitmelidirler. Onların dedeleri ve neneleri, Kocatepe'den, Dumlupınar'a oradan İzmir'e oradan da Lozan'a doğru yola koyulmuşlar, "Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa!" denildiğinde "sevinçten ve ümitten" hep birlikte ağlamışlardır.Türk Büyük Taarruzunun seksen beşinci yıldönümünde, başta Büyük Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bize bu güzel ülkeyi emanet eden bütün kahramanlara selam olsun!


SEÇİM SONUÇLARINA GÖRE GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Cumhur UTKU

28 Temmuz 2007 Seçimin kaybedilmesinde bütün faktörler sıralanabilir (erzak paketleri, kömür çuvalları, muhalefet partilerinin tembelliği ve inandırıcı olmamaları, Akepe'nin parası, çalışkanlığı vs.). Bu sıralamaya 12 Eylül'den beri özellikle gençliğin siyaset dışı bırakılması da eklenebilir. Ama seçimin galibinin işbirlikçi iktidar partisinin olmasının nedeni sıralanan faktörlerin dışında da aranmalıdır. Çünkü bütün bunların toplamı %47 edemez. Sosyolojik bir değişimin var olduğu değerlendirilmelidir. Gerek seçmen (halk) gerekse seçilmek istenen (siyasal parti yöneticileri) devlet yönetimini ciddiye almamaktadırlar. İşini ciddiye almamak alışkanlığı insanlara eğitimle aşılanmıştır ve yüksektir. Bizi biz yapan değerler kaybedilmiştir. Yozlaşma yüksektir.Halkı suçlamanın da ayıp sayılması değerlendirmelerin sosyolojik tarafını örtmektedir. Özellikle İktidar partisinin hem yolsuzluklarını hem de vicdanları satın almasını (Kızılay'dan daha güçlü duruma gelen Deniz Feneri derneği yardımları dâhil) gördük, bas bas bağırdık ama engel olmadık. Fukara halkın satın alınmasına, milli olmayan zenginlerin (burjuvazinin) tehdit edilmesine seyirci kaldık.Bir hediye oyuncak, bir paket kahve, bir çuval kömür orta tabaka halk için gereksinimi olmasa bile adam yerine konulma ve değer verilme anlamına geldi. Bunun bir Fethullah Gülen taktiği olduğunu da fark etmedik! Çünkü değer yargıları kısa sürede değişen bir halk vardı. Biz yalnız Cumhuriyetin tehlikede olduğunun farkındaydık. Oysa halk da tehdit altında imiş. Görmedik, göremedik. Halkla beraber değildik ki! Kahvehanelerde sohbet etmeyi halkı tanımak zannettik! İktidar, dört buçuk yıl içinde günlük çıkara dayalı bir sosyal değişim yaratmıştır. İstihdam yaratamayan iktidar halkın yarısına yakınını halkın tamamından aldığı gelirle yandaş haline getirmiştir. Seçim sonuçlarını görmeseydik ayrılık yaratan ve bölen bu değişimin hala farkında değildik.Mezarlıklardaki defin işlemlerinden Toplu Konut İdaresinin (TOKİ) dağıttığı tapulara kadar halkı memnun etmenin iktidar yatırımı olabileceğini de kestiremedik. Halkın ne Irak, ne AB, ne demokrasi, ne sosyalizm ve ne de askerin tutumu umurundadır. Slogancı partileri umursamamış, geleceği kuracak partilere güvenmemiş, günlük erzakını veren partinin erzak dağıtımına seçimden sonra da devam edeceğine inanarak delikanlı Tayyibe oy vermiştir.Kürt ayrılıkçıları, federasyon isteyenler, silah bırakmış PKK'lılar ve katil PKK elebaşının avukatları meclise girmişlerdir. Buna rağmen bunlardan daha fazla halk desteğini alan vatansever partiler gene meclis dışındadır.Bu fotoğrafı önümüze koyan ve kıs kıs gülenler kimlerdir? Bunlar eğitimi yarım, sağlığı yarım, sosyal ve milli güvenliği yarım bırakılmış milletin tufeyli çocuklarıdır. Bunlar halkın geleceği ile dalga geçenlerdir. Bizi susuz bırakanlar bunlardır. Bunlar hep yönetmeye kalkan ama sonra küplerini doldurmaya yönelenlerdir. Hakça dağıtacağız bu pınarın suyunu deyip pınara el koyanlardır. Seçim kampanyalarında senin benim harcayamayacağımız paraları saçıp sonra bunu misliyle çıkartanlardır.Bunlar merkezi yönetime isteklidirler. Çünkü merkezi yönetimde getirim (rant) hem yüksek hem de korumalıdır. Yasama, yürütme, yargı umurlarında değildir. Bunlar yıllardır yönetim tarz, şekil ve cinslerini birbirine karıştırıp siyaset tüccarlığı yapmış ve satmışlardır memleketin anasını! Bunların partileri ayrı olabilir, ama vicdanları aynıdır. Bize benzemezler çünkü bizden değillerdir.Buna rağmen halkın %53'ünün emperyalist tehlikenin farkında olduğu, bölünme ve gelecek endişesi taşıdığı bir gerçektir ve ayrıca değerlendirilmelidir. Bu sonucun alınmasında Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlarının etkisi söz konusu değildir. Ama Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın "Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet, memlekete ihanettir!" sözü günümüzde her kesim için geçerlidir.


SİLAHLI KUVVETLERDE ULUSALLIK VE PROFESYONELLİK

Türk Ordusu profesyonel ve ulusal bir ordudur.Üç gün önce 2216ncı kuruluş yıldönümünü kutladığımız Türk Kara Ordusunun nitelik ve niceliği diğer dünya ordularına benzemez. Türk Ordusu Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana ulusal ordu özelliklerini yitirmemiş bir profesyonel ordudur. Buradaki profesyonellik kavramı, işinin hakkını veren ve uzmanlaşan anlamındadır. Paralı (lejyoner) anlamı çıkartılmamalıdır. Oysa günümüzde küresel egemenlerin ordularındaki askerlerin aldıkları maaş; vatan, namus ve görevden önde gelir. Milletin Ordusu ya da Atatürk'ün Ordusu da dediğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri, hem ulusal hem de profesyonel olmak zorundadır. Profesyonelleşmiş (yani görevleri mesaileştirilmiş ve tüm personeli maaş karşılığı çalışan hale getirilmiş) bir ordudaki askerler "Burası benim vatanımdır.", "Ulusal sınırlar benim namusumdur." diyemezler, demezler... Böyle bir ordunun hiçbir komutanı savaşta askerlerine; "Size ölmeyi emrediyorum!" da diyemez. Sakarya meydan muharebesindeki gibi bir ölüm-kalım savaşında hiçbir komutan: "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır."diyemeyecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri günümüzde Deniz ve Hava Kuvvetleri ile birlikte düşünülmekte ve müşterek harekât şeklinde kullanılmaktadır. Harp alanında ve harekât alanındaki uygulamalarda bunun böyle olması gerektiği bir bilimsel gerçektir. TSK'nin öncelikli görevleri bu tür harekâtları icra etmektir. Silahlı Kuvvetlere verilen direktiflerdeki stratejik hedefler bu şekilde ele geçirilir. Cumhuriyet tarihi boyunca tek yapılan müşterek harekât 1974 Kıbrıs Barış Harekâtıdır ve bu harekât bütün teknolojik ve uluslararası güçlüklere rağmen başarılı olmuştur. Kıbrıs'daki başarının nedeni, mevcut bir siyasi iradenin olması ve Türk halkının da ilk gün Askerlik Şubelerine koşup askere yazılma kuyrukları oluşturarak ulusal destek vermesidir. Ulusal ordunun savaşma üstünlükleri fazladır. Ulusu oluşturan bireyler bilmektedir ki kendi oğlu da savaşa gidecek, belki de şehit olacak ama beliren askeri stratejik hedefin ele geçirilmesinden asla vazgeçilmeyecektir.Harp kavramının bilimsel açılımını burada yinelememiz, diğer terimleri kolaylıkla kavramamıza yardımcı olacaktır. Harp, barış yolu ile çözülemeyen sorun veya sorunların çözümü için bir devlet veya devletler grubunun diğer bir devlet veya devletler grubuna karşı ulusal güçlerinin tamamını veya bir kısmını kullanarak yaptıkları bir mücadeledir. Harp denilince yalnız silahla yapılan mücadele anlaşılmamalıdır. Bir veriye göre MÖ. 3600'den bu yana bir yıllık barışa karşılık 13 yıl savaşılmıştır. Bu harplerde 3,5 milyardan fazla insan ölmüştür. Özetle Harp milletlerin hayatını ve mevcudiyetini tehdit eder. Bu nedenle siyaset, her türlü maddi ve manevi vasıtalarla onu önlemeye çalışmalıdır. Ancak hak ve hürriyetlerin savunması harbi kaçınılmaz ve meşru kılabilir. Bu bakımdan ulusça her zaman harbe hazır olunmalıdır. (Milli Talimname 14-5I, S.23) Atatürk Ordusu'nun ulusallığını koruması yanında profesyonelce güçlü bulunması ön koşuldur. Ordumuzun bu niteliği, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını ve Türk topraklarını korumak için her zaman önemlidir.Özel Harp uzman görevliler gerektirir.KKK Orgeneral Başbuğ Eğirdir'deki açıklamasında, "Komando tugayını yüzde yüz profesyonel hale getireceğiz. 6 tugay, profesyonel olacak. Bu tugayda erbaş ve erler yer almayacak. Profesyonel olmasını sağlamamızın nedeni devamlılık sağlamaktır. Komando Tugaylarında 2009 yılı Mayıs ayına kadar er ve erbaş kalmayacak." dedi. Anlaşılan İç Güvenlik Birliklerinden gelen istekler ve ihtiyaçlar doğrultusunda konu üzerinde ilgililer gereğince düşünmüş, yapılan muhakeme sonunda karar verilmiştir. İç Güvenlik hizmetinde görevlendirilen birliklerin, insan kaynakları, teknoloji ve muharebe teknikleri bakımından yenilenmesi, güncelleşmesi ve çağdaşlaşması uygun görülmüştür. "Profesyonel Ordu" ile "Profesyonel Birlik" terimleri birbirine karıştırılmamalıdır. Bu altı Tugayın profesyonel özellikte olması kaçınılmazdır. Türk Ordusu gelişen koşullar içinde gayri nizami harp, psikolojik harp ve ayaklanmalara karşı koyma ile ilgili askeri uygulama ve önlemlerin tümünde uzmanlaşma gereksinimi duymaktadır. Bu uygulama ve önlemlere de Özel Harp denir. Türk Ordusu uluslararası siyasal denge unsurudur.70 milyon Türk'ün yaşadığı, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle kendi haline bıraktığınızda bin yıl daha yaşayabilecek bir memleketi bu küresel güçler dünyasında özgür ve bağımsız yaşatabilecek tek güç ulusal bir ordudur. Bu gün dünya ordularına baktığımızda ordunun ulusun ordusu olması Türk Ordusuna has bir özellik olduğunu görmekteyiz. Bu topraklarda askerlik vatan görevidir. Batı ordularında bulunmayan disiplin anlayışı kaynağını ulusal gelenek ve göreneklerden almıştır. Ulusal gelirin büyük bir bölümü Orduya gitmektedir. Türk Ulusu dünya coğrafyasının tam ortasında yaşadığı Anadolu topraklarını stratejik açıdan ve her cepheden savunmak zorundadır. Bu topraklar, herkesin gözünün olduğu, dışsal senaryoların en çok yazılabileceği ve Türkiye Cumhuriyeti bayrağının dalgalandığı tarihsel vatan topraklarıdır. Bütün bu nedenlerle bizim ulusal ordumuzun personel kaynağı Türk Ulusunun delikanlıları yani Mehmetçiklerdir... Mehmetçikler, sivil hayatlarında iyi eğitim almış vatanseverler oldukları sürece "yetişmiş üstün -mümtaz- askerlerdir" Onlardan vazgeçmek demek bu coğrafyada şimdiden gelecek savaşları kaybetmek demektir. Türk Ordusunun işi giderek zorlaşmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinin müttefik olmaktan çıkıp komşumuz olmasından bu yana askeri ilişkiler ve stratejik hedefler değişmektedir. Avrupa Birliği'nin NATO kuvvetlerini Avrupalıların güvenliği için kullanma isteği göz önüne alınmalıdır. Geçen hafta Rusya devlet başkanının ABD'nin uzun menzilli füzelerin doğu Avrupa ülkeleri yerine Türkiye'ye yerleştirilmesini çekinmeden önerebilmesi ve zeki adam Putin'in enerji hatlarında bay-pas yapması, Rusya'nın da dost mu düşman mı olduğu tartışmasını gündeme getirmiştir. Şimdiki uluslararası denge politikalarında Türkiye uç beyliği görevinden alındıkça ve yalnızlaştıkça Türk Ordusu da silah, teçhizat ve uygun kadro ve kuruluş bakımından kendine dönmek ve vatan topraklarında yeterli hale gelmek durumundadır. Ayni zamanda bu nitelik ve nicelikteki bir orduyu besleyecek ulusal ekonomik programların dışa bağımlı olması ve makro ekonomik dengelerdeki zorlanmaları ayrıca düşünülmelidir. Türk Ordusunun öz yapısı ve hedefleri değiştirilemez.Bağımsız ve güçlü bir ordu ekonomik, sosyal ve bilimsel konularda tam bağımsız bir devlet sistemi içinde varlığını sürdürebilir. Bütün bunlar için, çözümler üretecek ve problemleri orduya ve generallere atmayacak dirayetli bürokratik kadro, güçlü toplumsal yapı ve ulusçu bir siyasal çatı gerekmektedir. Bu da uzun dönemde bilimsel ve ulusal (Milli) eğitim sistemi demektir. Sosyo-kültürel güç, önemli bir ulusal güç unsurudur. Yani vatanı ve bayrağını seven Mehmetçikler, Türk Ordusu için güçlü silahlar olmaya devam edeceklerdir.
Cumhur UTKU / 01 Temmuz 2007- ANTALYA


Yıl 1963, yer Bingöl'ün Genç ilçesi tren istasyonu, soğuk bir kış gecesinin sabaha karşı saatleri... Trenden Kuleli Askeri Lisesi-İstanbul'dan yarı yıl tatiline gelmiş Bingöl'de görevli bir öğretmenin çocuğu iniyor... Üniformalı... Askeri Öğrenci Üniforması. Onun için o saatte istasyonun karşısındaki kahvehaneyi açıyorlar, sobayı yakıyorlar, kendinden yaşça çok büyük iki üç kişi, Bingöl'e gidecek minibüsün hareket saatine kadar ona hürmet göstererek sahip çıkıyorlar... Nerden nereye değil mi? Suçlular ayağa kalksın! Herkes arşivlerini ortaya koysun, kimse hiçbir şey saklamasın...Herkes sevgiyle kalsın.



OYAKBANK'IN SATIŞI DURDURULMALIDIR

27 Mayıs 1960 devrimi sürecinde yapılan uygulamaların biri de Orduyu daha modern bir duruma getirirken Ordu mensubu General, Subay ve Astsubayların görevlerini daha uygun koşullarda yapabilmesini sağlayacak maddi olanaklarını iyileştirecek ortamları yaratmaktı. Bu maksatla özel kanunla kurulan Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) geçen bunca yıldan sonra büyümüş ve günümüzde 60 şirketli mal varlığı ve çeşitli sektör üretimleriyle Türkiye'deki yeni piyasacı uygulamaların en büyük holdingi haline gelmiştir. - bence holdingden de beter bir büyüklüktür- Bundan kimlerin övünç, kimlerin üzüntü duyması gerektiği ise halen tartışılmaktadır. Hala üyelerinin maaşlarından her ay aldığı nakit paranın değerlendirilmesini altın değeri üzerinden yâda aktüer karlılık üzerinden değerlendiren üyeler haklılıklarını kanıtlamak için mahkemelere dahi başvurmuşlardır. OYAK münakaşaları sürüp gidecektir. Sesini çıkart(a)mayan görevdekiler ile emekli olup üyelikleri devam edenler arasındaki benzeşmeler de gittikçe değişime uğramakta, uğratılmaktadır.OYAK kuruluşları Ordu mensuplarının yani kamunundur. Kontrol altında, milli ekonomik politikaların emrinde ve piyasa koşullarında akılcı yönetimlerle karlılığa ulaşmaktadırlar. Neden KİT'ler bunu becerememiş ve satılmıştır? Acaba beceriksiz yönetimler becerikli hale getirilmeden satılmak mı istenmiştir? Hazır yatırımları satın alan, yatırım yapmayan yabancıların memleketimiz ekonomisine faydası nedir? Günlük gazeteleri okumadan güne başlamama alışkanlığı çok olan subay, astsubay ve onların emeklilerinin dikkatleri geçtiğimiz günlerde gazete haberleri ve köşe yazılarıyla Oyakbank'ın satışına çekilmiştir. Hazır portföy, haksız rekabet ve nakit para desteği ile bu bozuk piyasa şartlarında büyüme ve güçlenme örneği gibi gözüken banka şirketinin satışında ders alınacak ve değerlendirilecek yönleri bulup çıkartmak "İktisadi Gerçek"in peşinde olanların görevidir. Bu satışta Oyakbank'ı OYAK'dan ayrı değerlendirirsek bence ekonomik değil ama sosyolojik bir yanlışa düşeriz. Oyakbank'ın satışı, OYAK'ın kuruluş amacını aşmıştır. Ben kendimi aldatılmış hissediyorum bile... Daha da ileri giderek bu anamalcı piyasa koşullarını, küreselleşen şirketleri, yeni CEO'ların ortak gösteri dünyalarını izleyerek aldatıldığımı kanıtlarım. Çünkü ben lojmanların karşısındaki bakkal yerine lojmanların içindeki kantinden alış veriş yapmayı yeğleyen bir kültürden geliyorum. Benim için mal kalitesinden önce hizmet kalitesi önde gelir. Bu kültürün devamının da devletçilik olduğunu biliyorum. Kamu hukuku, kamu maliyesi olabilmekte de kamu iktisadı neden olmamaktadır? Oysa bence Oyakbank, OYAK'ın bankası olduğu için bir kamu kuruluşudur. Ya da tam KİT'ler gibi olmasa da kamusal bir şirkettir. Hep özel sektörcü görüşlerin egemen olduğu medyatik ve şovcu yönetim söylemleri bize Oyakbank'ın işleyiş biçimini öne çıkartarak özel sektör kuruluşu gibi göstermektedir. Bu yönden de bakıldığında büyük bir aldanış içinde buluyorum kendimi. Elbette 2,7 milyar dolar perakendede değil de yatırımda kullanılırsa daha faydalı olacaktır. Pek iyi de bana bankacılık hizmetini kim verecektir? Bana bundan sonra Hollandalı ING şirketinin CEO'su mu "Emrinizdeyiz!" diyecek? Bütün değerleri alt üst eden sloganlarla kurulup şimdi gene bütün değerleri alt üst ederek satışa sunulan Oyakbank perakende ticaret yapmamak uğruna ve bana sormadan satışa çıkıyor. Beni geçin, sizi bu slogan için mahkemeye veren o Cizre'deki Tnk. Yüzbaşı'sına sordunuz mu bankayı satmak için? AXAOYAK Sigorta AŞ.'nin %50 ortak olduğu Fransız AXA Şirketinin yediği herzeleri soruşturup ortaklığı iptal edemeyen-etmeyen- OYAK Yönetim Kurulu nasıl olmuş da bankanın iptalini-satışını- karar altına alabilmiştir?Gerek Erdemir'in alınmasında gerek Oyakbank'ın satılmasında karar vericiler kimlerdir? OYAK Yönetim Kurulu mu? OYAK Genel Kurul üyeleri mi? Yoksa Genelkurmay Karargâhındaki Şirket ve Vakıflardan sorumlu Şube Müdürlüğü mü? Alış verişlerde kamuoyu ve üyelerin tepkileri neden düşünülmemiştir? Askerin ticaretten anladığı ve onu çok iyi yaptığı son beş yıldır kanıtlanmıştır. Acaba ticaretten mi anlamaktadır yoksa ticaretten anlayanları yönetmekten mi? Askerin kişisel olarak ticaretle uğraşması yasal değildir. Eşinin sigorta acentesinde tatil günü sivil kıyafetle görünen bir subay etik davranmıyor demektir. Komutanı tarafından sorgulanmalıdır. Karar verenler; yanlış yaptınız! Yanlışınıza yanlış kattınız. Ticaret yapmakla eskiden beri yapılan yanlışı, bunu küreselleştirip hizmet yerine yatırıma yöneldiğiniz için maksat dışına çıkıp yanlış yaptınız! İyi ki bir Yunan Şirketine satmadınız! Hatta bir Güney Kıbrıs Rum bankası da satın almaya kalkabilirdi Oyakbank'ı. Hani şubelerinde yılanların yuvalandığı Mağosa'nın Maraş bölgesinde hala kapalı bekleyen bankalardan biri. Yavuz Sultan Selim'in savaşta atların eğerlerini tamir eden süvarilerine savaşmalarının dışında iş yaptıkları için kızdığı günden günümüze epey yol alınmıştır. Ama benim emekli olduğum günlerde -1998- iskân, ibate ve iaşe konuları hala kışlalarda eğitimden önde gelmekteydi. Bu konulardaki yılların verdiği alışkanlık mı OYAK şirketlerinin başarısı acaba? Sağlam görev yapmak için sağlam durmak, sağlam durmak için de maddi olanakları iyileştirmek kaçınılmazdır. Ama bu olanakların ucu kaçırılır ve bu büyümenin nemalanması da üyelere son iki yıldır tam anlamıyla yansıtılamazsa - ki benim emekli sisteminden üç aylık aldığım maaşımda kayda değer artış olmamıştır - OYAK bu kez daha bir ayrıntılı masaya yatırılmalıdır. OYAK, şöyle bir kamuoyu araştırması yapılmıştı ama neticesi ne olduydu bilemiyorum. "OYAK Kurumu üyeliğinin maddi ve manevi getirisi sizi tatmin ediyor mu?" Bu sorunun, son alış verişlerden sonra bir daha sorulması gerekir.Hiçbir subay ve astsubayın nemalardaki olası artışı düşünerek Oyakbank satışını onaylayacağını sanmıyorum. Aksine Oyakbank gibi bir bankanın kışla, kurum, karargâh ve kıtalardaki hizmetlerinden vazgeçilmesine evet demeyeceklerini kestirebiliyorum. Hele bu hizmetin kışla ve karargâhlarda ING işaretli ATM ve şubelerle yapılmasını düşünmek bile istemem. OYAK, Oyakbank'ta yanlış yapmaktadır. Her şey kar, her şey nema, her şey para değildir. Atatürk Ordusu'nun mensupları da otomatik olarak ING Bankasının mudileri olmayacaklardır, olamazlar. Çünkü onlar önce nemayı sonra parayı düşünen ABD ordusunun subay, astsubaylarına benzemezler. Onlar için önce vatan sevgisi, vazife duygusu, şeref ve birlik ruhu vardır. Onlar için para tutan el kirlenir. Onlar bütün meslekleri boyunca güneşin altında eğitimde ter dökmeyi, Kantin Subaylığına yeğlemişlerdir... Türk Ordusundaki hiçbir general, subay ve astsubayın görev önceliklerinde aylık almak maddesi sıralamaya giremez. Maaşının kaç lira olduğunu ve saymanın bir yanlışlık yapıp yapmadığını arada bir maaş bordrosundaki emsallerinin hizalarındaki rakama bakıp kıyaslarlar, o kadar! Ordu mensuplarının bu yönünü bilen OYAK yönetimi yıllardır çok rahat bir patron-çalışan ilişkisi içinde olmuştur. Bu rahatlığı ve inisiyatifi şimdiki Genel Müdürlük kendinden öncekilerden daha iyi kullanmıştır. Bütün tenkitlere rağmen Yönetim Kurulu'nun Genel Müdürlük üzerindeki etkinliği zayıftır. İnisiyatif sözü alarak OYAK'ı yönetmeye başlayan Gn.Md.ün risk almada ve parayı değerlendirmedeki başarısı OYAK'ı büyütmüş, diğer belli holdingler seviyesinin üstüne çıkartmış ama başımıza da bela olmasını sağlamıştır. Biz eskiden OYAK'ı yardımlaşma kurumu olarak biliyorduk, şimdi ise vahşi anamalcı düzende paralarımızı işletsin ve paramıza para katsın diye elimizdekileri teslim ettiğimiz nemacı bir kurum olduğunu görüyoruz...Bana soruyorlar: "Bu gün kendi öz bankalarını satanlar, gün gelince kendi beylik tabancalarını satmak zorunda kalmazlar mı?"diye. Nedense bu yazının içindeki diğer kavramlara herkes üstü kapalı dokunur da, böyle açık açık yazıldığında hem dikkat hem de tepki toplar. Atatürk'ün şanlı Ordusunun üniformasını tam kırk yıl giymiş biri olarak bu satırları yazmamın nedeni bu yaşımda alkış almak için değil, yabancı sermayeyi kışlalara sokmamak, konuya dikkatlerinizi çekmek ve unutulmuşları anımsatmak istediğimdendir.Gönül şenliğiniz daim olsun.
Cumhur UTKU / 21 Haziran 2007 Antalya


CUMHURİYET İÇİN MİLLİ MUTABAKAT YAPMAK ZORUNLUDUR.
Cumhur UTKU19 Mayıs 2007 / ANKARA

TEHLİKE GEÇMEDİ
22 Temmuz 2007 seçimlerinde partilerin hedefi, kendi iktidarını elde etmek mi, yoksa AKPyi bir daha başını kaldıramayacak şekilde saf dışı bırakarak Cumhuriyete sahip çıkmak mı olmalıdır? Esas sorunun bu olduğuna inanıyorum.AKPnin parasal gücünü ve Türk Milleti için uygun olmayan seçim sistemini görmezden gelerek bu seçimlerde tek başına iktidar olabilmek hayaldir! Peki, CHP+DSP anlaşması ile Cumhuriyetin yok olması, milletin bölünmesi ve vatanın parçalanma tehlikesi geçmiş midir? Bu birliktelik tek başına iktidar olabilecek midir? CHP+DSP tokalaşması, solun kucaklaşması mıdır yoksa garantiler üzerine bir pazarlık mıdır? Elbette pazarlıktır! Bu pazarlığı da halkın tamamı fark etmiştir. "Ben sosyal demokratım." diyen arkadaşlarım fark etmelilerdir ki, %10 baraj koşuluyla her kesim ve düşünceden vatandaşın iradesi parlamentoda temsil edilemeyecektir. Bütün demokratik solcular fark etmelilerdir ki, milletvekillerinin parti genel başkanlarınca atanması demokratik değildir. Hem sosyal demokrat, hem de demokratik solcu arkadaşlarım devletin, bir önceki seçimde fazla oy alan partilere parasal yardım yapıp diğerlerine yardım etmediği gibi büyük bir haksızlığı da ve geçen seçimlerde meydana gelen sandık başı ahlaksızlıklarının bu kez de olabileceğini de fark etmelidirler.

TEHLİKE VARSA ÇARE DE VARDIR
Türk halkının büyük çoğunluğunun özlediğine inandığım ve size aşağıda sunacağım çare tartışılabilir. Ancak sunulan bu formülün uygulanabilme başarısı, yurtsever bir önderlik iradesindedir.CHP + DSP + SHP + İP + HP + BCP + YP + HYP + GP = Birleşik Cumhuriyet Platformudur. Bu formüle (çareye) daha açık anlamıyla "Cumhuriyet için ulusal anlaşma oluşumu" denilebilir.Bu platformun CHP çatısı altında olması doğaldır. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk o çatı altında devleti kurmuş ve İsmet İnönü de o çatı altında Türk siyasal hayatına demokrasiyi getirmiştir. Çare "altı ok"un büyüklüğündedir. Söz konusu partiler ve onların önderlerinin tamamı üniter devletten, tek milletten, tek bayraktan yana olduklarını vurgulamakta ve altı ok ilkelerine sahip çıkmaktadırlar.AKP'yi ortadan kaldırmak için birlikte hareket etmek ve bunu seçimden sonra da devam ettirmek zorunludur. Bu birliktelik, Türkiye'yi IMF ve Dünya Bankası reçetelerinden, işsizlik sarmalından, çaresizce AB'ne teslimiyetten ve ABD tehditlerinden kurtaracaktır.Rahmetli Ecevit'in "Sağlı sollu ulusal ittifak!" olarak belirttiği, Sayın Demirel'in ise "Kırk yıl düşünsem meydanlardaki milyonlarca insanı tahmin edemezdim." dediği ve "Gelincik Tarlaları Hareketi"nin "Birleşin!" diye haykırdığı birleşme de budur! Böyle bir ittifak, Atatürk'te birleşmek demektir. Atatürk'te birleşmek iyi değerlendirildiğinde %40'ı bulan bir CHP çatısını iktidara götürecek ve Türkiyenin önünü açacaktır!CHP yetkilileri, oluşturulacak önerilerle bu partilere gitmeli, hemen, derhal ve hiç zaman kaybetmeden zemin oluşturulmalı ve birliktelik yalnız CHP+DSP birlikteliği şeklinde kalmamalıdır. Solda da, sağda da bu platforma katkılarda bulunacak ve siyasetten hiçbir çıkar beklemeyen ama çok deneyimli ve çok değerli siyasetçilerden de faydalanılmalıdır.

ORTAK DEĞERLERDE UZLAŞMA VE KARŞILIKLI SAYGI
AB ve ABD ile olan ilişkiler, yabancı sermaye ve özelleştirme gibi konularda asgari müşterekler bulunmalıdır. Ben Avrupa Birliğini istemiyorum diyenlerle, ben Avrupalılarla ve küreselleşen bu dünya düzeninde birlikte olabilirim, olmalıyım diyenler eğer bir çatı altında ve Atatürkte ittifak yapamazlarsa vay geldi memleketimin başına! Hiçbir politikacı, uluslararası ekonomik gerçekler ve küresel değişimlerin yanında ulusal yararları kesinlikle göz ardı etmemelidir. Radikal ve keskin çizgiler bu mutabakatın selameti için bırakılmalı ama inançlara da saygı esas olmalıdır. Dış politika konusunda da ortaya çıkan bu milli mutabakat seçim sonrası değişmeyecek en az elli yıllık Milli Güvenlik Siyasetini ve Dış Politikayı yeniden tespit etmelidir.DTP bölücü ve Kürt Milliyetçisi tavırlarını bıraktığı sürece parlamentoda olmalıdır. Kürtlerin milli meclis dışında tutulmaları hatası bölücülüğe ve ayrımcılığa pirim sağlamıştır. Cumhuriyet değerlerine saygılı ve "Biz vatanın parçalanmasına, milletin bölünmesine karşıyız." diyen her ses parlamentoda duyulmazsa, şimdi olduğu gibi başka yerlerde duyulur.Siyasal hayatlarını geçmişleri ile kirletmeden kalabilen politikacı var mıdır? İnandığınız ya da inanmak istediğiniz parti önderlerin siyasal geçmişine baktığınızda birçok ayıp ve günahla karşılaşırsınız. Buna rahmetli Ecevit ve saygın Demirel de dâhildir elbette. Onun için geçmiş, geçmişte kalmış olup şimdi gelecği yaratma vaktidir diyebilenler başarılı olacaklardır...Partilerin ideolojileri ve temel tercihleri onları destekleyen vatandaşların saygı duyulan değerleridir. Partilerin program ve tüzüklerindeki ideolojilerine ve temel değerlerine saldırmak, halka saldırmaktır. Esas olan milli bütünlükten ve milli yararlardan vazgeçmeden yurtta ve dünyada barışı sağlamaktır. Esas olan ölmeden ve öldürmeden, içte özlenen demokrasiye ve dışta gerekli olan tam bağımsızlığa ulaşabilmektir. Eğer Günaydın hanımefendi.! demezseniz ve onun da geçmişteki hatalarını geçmişte bırakabilirseniz, Sayın Rahşan Ecevitin bu yeni oluşumdan beklediklerini tekrar bir de benim sıralamama izin verirsiniz sanırım:*IMF'ye teslim edilen ülkenin faiz ve borç batağından kurtulması için yeni bir ulusal program hazırlanması.*AKPnin bölücü ve etnik politikalarının önüne geçilmesi. "Ne mutlu Türküm diyene" ilkesi doğrultusunda siyaset yapılması.*AB ve ABD'nin dayatmaları karşısında ulusal bir politika izlenmesi.*Kıbrıs'ta iki devlet için KKTC'nin tanımasının sağlanması.*Ülkenin AB ve ABD'nin pazarı olmaktan kurtarılması ve tarımın yeniden canlandırılması.*Yabancılara toprak satışının durdurulması.*Irak'la ilgili bir politika oluşturulması ve Türkmenlerin korunması.*ABD'nin kuklası Kürdistan'a karşı çıkılması.

ÇARE ATATÜRKTE VE CUMHURİYETTE BİRLEŞMEKTİR
Yeni kurulmuş bir Cumhuriyet, yeni mayalanmış bir Millet ve bütün dünyanın gözü üzerinde olan dünya zengini bir vatan! Biz, vazgeçemediğimiz bu üç değer üzerinde kendi kendimizi yönetmeğe çalışıyoruz. Daha her şeyi ile yeniyiz. Böyle bir dünya coğrafyası ve dünya hinterlandında, tek tutar yanımızın Atatürk olduğu ve daha uzun yıllar da ona gereksinme duyacağımızı unutmamalı ve unutturmamalıyız.Bunun böyle olması demek, ekseriyetle Mustafa Kemal Atatürkün tekrar Türk Milletine önderlik etmesi için bütün yetkileri eline alması demektir. Mevcut parlamenter yapının sağlamlaşması ve toplumumuzun geleceği ile ilgili sağlıklı çalışma ortamları ve fırsatları yaratmak her yurtseverin görevidir. Siyasal sorunlar halledilmeden sosyal ve çevresel sorunlar halledilemez. Bütün bu siyasal sorunların üstesinden gelebilmek için Mustafa Kemal Atatürkte birleşmeliyiz. Gelecek kuşaklara bu toprakları borçlu yada ipotekli teslim etmemeliyiz.Önseçim yapmayan, kadınlara ve gençlere fırsat tanımayan bir siyasal yapıyı demokratikleştirme görevi, partilerimizin deneyimli başkanlarına düşmektedir. Bu ittifakın iktidara geldiğinde yapacağı ilk iş barajları kaldırarak cesaretle seçim sistemini değiştirmek olmalıdır. Bu hem önderlik becerisi ve hem de önderlik özverisi ister. Bunu sağlayacak ve bu toplumun önünü açacak siyasal önderleri Türk Tarihi unutmayacaktır. Kapımızdaki tehlikeyi savuşturacak ve altı oku tek başına iktidara getirecek olanlar günümüz siyasal partilerinin sayın önderleridir. Çözüm, hepimizin ve başta siyasal önderlerimizin Mustafa Kemal Atatürkü bir fırsat olarak görmesinde yatmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI