MEMLEKET İÇİN UZLAŞABİLMEK DE FEDAİLİĞİN (KOLCULUĞUN) GEREĞİDİR


Cumhuriyeti kuranlar Türk devrimini yarım bırakarak öbür dünyaya göçmüşlerdir. 35 yaşında, 39 yaşında, 42 yaşında ve de 57 yaşında… Bir devrimi yaratmak için bunlar erken ölümlerdir.
Onlardan sonra gelenler devrimci gelenekten geldikleri halde devrimci olamamış 1938 den sonra gelen siyasetçiler hep “demokratik açılımcı” olmuşlardır… Kısaca Türk siyaseti 1950 den bu yana kandırmak, uyuşturmak, halk dalkavukçuluğu ve kendini beğenmişlik üzerine yürütülmüştür. Askerler ise iki ihtilâl ve iki müdahalede de beceriksizliklerini sergilemişlerdir…

Ulusal eğitim, ulusal güvenlik ve ulusal bağımsızlık palavraya ve kendini beğenmişliğe gelmez. Bu yaşamsal konuların üstesinden gelebilmek için önce inanmak sonra da bilimin aydınlığında yaratmak gerekir. Mustafa kemal paşa ve onun Mustafa Necati Bey gibi arkadaşları devrime inanan ve devrim için yolları yaratan devlet adamlarıydılar…

Devrim: toplumsal yaşamda insan iradesiyle hızlandırılarak yapılan anî, köklü ve yararlı değişikliklere denir.
Devrimci: bunun böyle olduğunu, olması gerektiğini düşünen değil, bu değişim için kolları sıvayan ve de değiştirene denir.

Türk yurdunu seven ve “Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” diyebilenlere ise Türk Devrimcileri denir. Devrimciler, tam bağımsızlığı ve altı ok (Kemalizm) ilkelerini savunurlar. Bunları açık, apaçık söylemek gerekmektedir.

Bence 9 Eylül 1922 de kurtuluş savaşı bitmemiştir. Emperyalist saldırılar ne zaman ki biter, bağımsızlık savaşımız da o zaman sona erer!
Türkiye dünyanın ortasında, ulaştırma yollarının kesişme noktasında, iklimlerin ve kültürlerin harman yeri olan bir coğrafyadadır... Anadolu topraklarının altı da üstü de tarihi geçmişi de zengindir.
Böyle bir coğrafyada bir cinsten (homojen) olmayan bir halkı ulus yapmak ve onların ülkelerini “muasır ülkeler seviyesine” çıkartabilmek herkesin harcı değildir. Demokratik bir disiplin gerektirir. Buna da “Milli Demokratik Devrim” denir… Eskimez!
1927 yılında 13 milyon kişiydik. Bu gün 70 milyonun üzerindeyiz. Her şeyimiz beş kat artmıştır. Vatanseverlerimiz de hainlerimiz de beş kat artmıştır… Değişen bir şey yoktur. Sorunlarımız değişmediği gibi onlar da en az beş kat artmıştır. Türk devrimi yarım kalmıştır.
Hükümet yetkilileri geçtiğimiz 2009 yılında 3 milyon kişiye gıda yardımı yaptığını övünerek söylüyor. Yani bu gün 3 milyonun üzerinde aç vatandaşımız var… Memlekette açlık başlamıştır!

Geleceği düşünmüyor, plânlamıyor ve gelecek kavramını halka anlatamıyoruz. Torunlarımıza yazık ediyoruz!

Son 50 yıldır politikacılarımız başımıza birçok sorunu belâ etmişlerdir. Bunlardan farkında olduklarımız:
• Ekonomik sorunlar,
• Eğitim sorunları,
• Güvenlik sorunları,
• Kentleşme sorunu,
• Sağlık sorunlarıysa.
Farkında olmadıklarımız da:
• Ekolojik sorunlar,
• Enerji sorunları,
• Tarım ve hayvancılık sorunları,
• Ulaşım sorunu,
• Bilgi ve ilim sorunu ve
• Demokrasi sorunlarıdır…

Mustafa Necati Bey ve Mustafa Kemal Paşanın düşünce kolcuları “Memleketi teslim edeceğimiz gençleri nasıl yetiştireceğiz?” diye sormuşlardı. O kuşaktan bu yana emperyalist baskılar giderek artmış ve bizler artık gençleri nasıl yetiştireceğimizi değil, onları nasıl kurtaracağımızı sorar duruma gelmişiz.

Dünyada teknik, bilişim ve iletişim ilerledikçe ve küreselleşme denilen dışa bağımlılık hızla arttıkça evlâtlarımız vatansız büyümeğe başlamışlar, çocuklarımızın bizim olması ve onlara sahip çıkabilmemiz zorlaşmıştır…

Ulusun ve devletin varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için;
• Ulusçu bir siyasal yapıya,
• Huzurlu bir toplumsal yapıya ve
• Çözüm üretme becerisine sahip bilimsel bir bürokratik yapıya
gereksinim vardır.

Bunun için de bedenlerimizi ve ruhlarımızı korkuya ve umutsuzluğa alıştırmamamız gerekmektedir. Torunlarımızın geleceğini ABD ve AB ipoteğine bağlamak istemiyorsak; Atatürk’e dönmemiz ve onun düşünce kolcuları (fikir fedaîleri) gibi davranmamız gerekmektedir.

Gençlerimizi ve çoğunlukta olan az gelişmiş insanlarımızı uykularından uyandırmalıyız… Gandi “uyuyanları uyandırmak kolay da uyur gibi yapanları uyandıramazsınız!” demişti… Uyur gibi yapıp bir yandan malı götürenleri seçip ayıklamalı, hastalıklı dalları kesip budamalıyız…

Hep eski mevzilerinde durup savunma yapan vatanseverler vatanını koruyamazlar.

Düşman ateşi altında vurulmadan hedefe ilerleyebilmek için bir piyade eri önce kafasını kaldırır, sıçrayacağı yeni mevziîyi tespit eder, koşu yolunu seçer, arkadaşını ikaz eder ve sıçrar… Mevzi değiştirmek böyle olur.

Vatanseverler de cumhuriyeti, ulusu, vatanı, devleti, bağımsızlığı ve devrimi koruyabilmeleri için mevzi değiştirmeyi bilmelidir…
Bu gün, inançlı, dürüst, akıllı, cesur ve kendine güvenen ama kendini beğenmeyen fikir fedaîlerine 23 Nisan 1920’lerden daha çok gereksinim vardır. Bu tarife uyan Türk siyasetçilerinin derhâl toparlanıp yeni bir örgütlenme ve önder kadroları kurma görevi vardır. Buna ne derseniz deyin; mutabakat, birliktelik, ortaklık, uzlaşma, anlaşma, antlaşma, sözleşme, birleşme ya da asgarî müştereklerde birleşme…

Onlara bu görev Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilmiştir. Onun “Türk gençliğine hitabı” bizlere verdiği görevin yazılı belgesidir…

Uzlaşabilecek kolcuları selâmlarım!





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI