13 HAZİRAN 2011 GÜNÜ SONRASI NASIL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İSTERSİNİZ?

Türkiye’deki ekonomik ve toplumsal sorunların çözümü, “Nasıl bir dünya?” cümlesinin sonundaki soru işaretine verilecek yanıtlarda gizlidir.

Dünyayı sorgulamaya başladığınızda toplumsal düşünmeye başladınız demektir. Bu soruyu kendisine sormayan, soramayan bir kişi, kolayca çözülebilecek probleme (soruna) yanlış bir yolla, toplumsal değil bireysel bir yolla başlamaktadır. Oysa toplumsal bölünmenin, yönetimlerin tutucu ve gerici tavırlarının, ulusallığı unutturup küreselleşmenin erdemlerini öngören dayatmaların nedeni, hep bu sorunun içindedir.

Genel seçimler için oy verecek vatandaşların kimi bu günkü yaşamından rahatsız, kimi de memnun… Yaşamlarından memnun olanlarla rahatsız olanların oranına göre sandığa düşecek zarflar, bu seçimin sonucunu etkiler görünse de her şey matematik değildir. Memleketimizde insanların çoğu hayatlarından memnun değildir ama ucundan tutunabildiği mevcut hayatının da değişmesini istemez. Bu bir ikilem de değildir, çünkü insanoğlu hep daha kötü günlerin gelebilme ihtimalinden korkar.

Çoğumuz hem kanatlarımızı vurup bir kuş gibi özgür uçmak, çerçöple karnımızı doyurduktan sonra da kuş beynimizi hiçbir şeye yormadan güvenli bir ağaç dalında tünemek isteriz… Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! “Bir ağaç gibi tek ve hür…” tamam da, neden “ Bir orman gibi kardeşçesine…” değil?

Sizce “Bir ağaç gibi tek ve hür” olanlar mı yoksa “Bir orman gibi kardeşçesine” yaşamak isteyenler mi sistemin partilerine oy vereceklerdir?

 

***

Geleceğini cesaretle değiştirmek ve çocuklarını kendisinden daha uygun bir dünyada yaşatmak isteyenler ise sistemi devam ettirenlere değil değiştireceklere oy verecektir. Ama bu ikincisi güvenilir ve yetkin değildir. Birincisi mevcut durumdur ve güvenlidir. Ayrıca akla yatkınlığı çok olan propagandayı iyi kullanmaktadır. Bu seçimin muktedirler eliyle, kötünün iyisini seçmek zorunda bırakılarak yapılıyor olmasının ve adaletsizliğinin, hayatımın iyi yönlerinden bir kısmını alıp götüreceğini biliyorum.

Umarım ki, bir aydır seçim meydanlarında söylenenler kaydedilmektedir. Sonuç ne olursa olsun, kürsülerde vurgulanarak söylenenleri alt alta ve hiç saptırmadan yazıp yayınlamak ya da kasetini çıkartmak epey eğlenceli olacaktır.

Yönetimde özerkliğin ne anlama geldiğini bilmeden koca ana muhalefet partisi önderinin bile sırf muhalif kalmak uğruna özerkliği savunması, Türkiye’de siyasetin ezberci ve eyyamcı bir şekilde yapıldığının delilidir. Özerklik, “yerel yönetim” demek değildir. Henüz 90 yıllık bir vatanın bir bölümünde özerklik yani bağımsızlık istemek devletin intihar etmesiyle eşdeğerdir.

Din tacirlerinin siyasetçi, siyasetçinin yalancı, yalancının da gazeteci olduğu bir sarmalda ne yapılabilir? Siz siyaset yapmak isteseniz ve paranız da olsa, bu sarmala girebilir misiniz?

Bir ülkede seçimleri düzenleyen yasalar ve bu yasalarla belirlenmiş görevliler iktidar sahiplerinin etki ve yetkisinde ise, o ülkeye demokrasi gelmez! Bizim ülkemizde de özlenen demokrasi yoktur. Bütün kavgaların, huzursuzlukların ve fukaralığın kaynağı budur! Jean Paul Sartre tarafından söylenen ve bence dünya harp tarihini çok güzel özetleyen bir söz vardır: "Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür." Vatandaşlık bilinci gelişmemiş toplumların oyalandığını görenlerin ise şunu söylemesi haklarıdır: “Seçimi muktedirler uydurur, oy kullananlar ise muktedir olduklarını sanır.”

***

Vatandaşların gelecek için duyduğu endişelerin meclis çatısı altına taşınması için milliyetçilerin meclise girmesi gerekmektedir. Türk siyasetinin Ergenekon'dan çıkması, uyduruk açılımların, düşüncesizce satışların ve beceriksizce muhalefetin sona ermesi için tam bağımsızlık isteyenlerin mecliste olması gerekmektedir. En önemlisi, Türk Ordusunun kuşatılmışlığını rahatça, millet desteğiyle yarabilmesi ve Cumhuriyet devriminin devamı için Cumhuriyetçilerin mecliste mücadele etmesi gerekmektedir.

Bu gün için oy verme yetkisindeki yurttaşların büyük bir kısmı “Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorum?” sorusunu kendine soramayanlardan meydana gelmektedir. Bizim memlekette 1949 yılından sonra insanların kendi kendine soru sorarak kendi sorununu kendi çözen insanı hedefleyen bir ulusal eğitim ve öğretim yoktur. Bu alışkanlık kasten kaldırılmış ve buna da “Memlekete demokrasi getirdik!” denmiştir. Oysa gelen, “Anamalcı ve Sömürgeci Yayılmacılık” olmuştur.

13 Haziran sabahı mutlu ve umutlu uyanmayacağını önceden kestirebilenlerdenim. Çünkü mevcut seçmen kitlesinin büyük çoğunluğu Atatürk Devriminden bihaberdir. Haberdar olanlar ise ‘Cumhuriyet Devrimi’nin devamını istememekte ve Atatürk’ü  umursamamaktadır.

 

***

Hayat hakkındaki düşüncelerimi ve de ideolojimi bir tarafa bırakırsam, sırf bu sıraladığım nedenlerle sistem partilerinin birine değil, seçime bağımsız girme cesaret ve namusluluğunu gösteren, yurtsever ve bağımsız adaya oy vereceğim.

 

Keşke, şu fazladan basılan 10 milyon adet oy pusulası bende olsaydı…


06 Haziran 2011 Pazartesi, YALOVA


































Yorumlar

  1. Aziz Komutanım,
    13 haziran 2011 tarihi kayda değer günlerden biri olacağı aşikardır.
    Yazında ruh sıkıntını aksettiren olumsuz duygunun, Atatürk hedeflerinin tehlikede olduğu kaygısından kaynaklandığını düşünüyorum. Ben ise bu kaygının çoktan gerçekleşmiş ve Atatürk hedefinin aşağı yukarı onun vefatından itibaren 73 yıldır saptırılmış olup, bu hazinenin çoktan yürütülmüş olduğunu ve onu hala muhafaza ettiklerini zanneden sadık vatanperverlerden sanal bir projeksiyon oyunuyla sakladıklarını ifşa etmek üzere yaklaşan "kral çıplak" sedasının yola çıkış tarihi olabileceğini düşünüyorum! Bir kaba bilanço (ben sıradan bir vatandaş olarak ancak görülenleri yorumlayabilirim) yapılırsa toplum mühendisliği yapılamadığı anlaşılmaktadır. Bir toplumda yaşam değerleri bakımından şayet pozitif yönde atılım gerçekleştirilecekse, bu ancak bireylerin genel katılımıyla olabilir; yani buna ön ayak olmak isteyenler öyle bir yaklaşımla işleme yapacaklar ki, önce insanlar bunlara zorlanmadan inanacaklar, zevk ve şevkle, gayretle ve benimseyerek çalışacaklar! Bunun için en önemli doğal şart atılımların samimi, insan ruhuna (çünkü insan olmadan toplum olmaz) uygun ve tabii mecrasında kamçılanması elzemdir! Aksi halde değişim sadece bir zümrenin tekelinde körelir kalır ve toplum bir başka taraftan gördüğü kıvılcımla pozitif atılıma doğru alev alır, zira insan denilen eşrefi mahlukun en belirli özelliği, gaybı keşfetmek, alemin sırrını araştırmak ve tabiatı islah yolunda devamlı çalışmak olsa gerektir....Hürmetlerimle arz ederim. 8.06.2011 02.00

    YanıtlaSil
  2. Düşüncelerinizin tümüne yürekten katılıyorum...

    Atatürk ilke ve inkilaplarını özümsemiş o'nun felsefesini idrak edebilmiş, araştıran, iyi analiz eden, aklın ve mantığın doğrultusunda gerçekleri en tepeden (küresel boyutlarda)görebilen; Ulusalcı görüş ve tam bağımsız bir Türkiye diyebilenler!..Meclisdeki gerçek temsilcilerinin kimler olabileceğine karar vereceklerdir...Yurtsever ve gerçek vatanseverler bunun için bizde varız dediler!..

    Saygı ve esenlikler dilerim...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI