TÜRKİYE; DELİLER ÜLKESİ!

İnsanlar delirdi… İki tarafa ayrıldılar, ha babam de babam vuruyorlar birbirlerine... Taraflar eskiden de taraftardılar ama bu kadar fanatik değillerdi. Bir taraftakiler birlik içinde ve sanki belli bir komutla sallıyorlar sopalarını, diğer taraf dağınık ve düzensiz, sopayı en fazla onlar yiyor. Bizim taraf, bu dağınık olan taraf. Esas delirenler de onlar, yedikçe sopayı canhıraş bağırıp duruyorlar. Bazen sola doğru bazen da sağa doğru kaçıyorlar.

13 şehidin yanına 6 PKK ölüsünü koyup topladım, 19 anneyi de ekledim ve 38 can etti dedim diye, bana vatan haini dediler… Başbakana dilekçe yazıp devlet birimlerinin ve yetkililerinin vatandaşa daha kibar davranmasını istedim. İş buna mı kaldı, dilekçe yazacak kadar onu neden ciddiye alıyorsun, manyaksın sen, dediler. Birleşmeden yetişilmez hırsız uğursuz takımının hızına, gelin asgari müştereklerde bir platform oluşturalım dedim; bozguncu oldum. Seçimlerden sonra da haklıydın ağabey ama parti disiplininden ayrılmamak gerekiyordu dediler. Peki, fazla milli olmadınız mı, bakın sosyalizm gitti gider dedim, demediklerini bırakmadılar… Milli Demokratik Devrim dedim, şist, seninkiler eskiden Kürtçülerle beraberdi unutma diye tehdit ettiler.

Delirmiş bu insanlar... Cumhuriyet platformu; tutmaz… Milli Demokratik Devrim; eskidi… Özgürlükler; Kürtçülüğü körüklüyor… Sosyal Devlet; Avrupacıları anımsatıyor… Demokrasi; Amerikancıların söylemi şimdi… Otuz üç kurşun yalan, esas neden Derviş Vahdeti’nin Menemen’inde idi diyorum, sallayan yok… General Muğlalı’nın adı nizamiyeden silinemez diyorum, faşist oluyorum. Dört yıldır bir siyasi partinin genel başkanıyla yöneticileri zindandalar ve hala tutukluluk halleri devam ediyor diyorum, partizanlık yapma diyorlar. Hele onlardan sonra giren siyaset erbabı ile medya fareleri çıksınlar bakalım, önce demokrasi diyorlar, çıldırıyorum! Özgürlüklerden söz edenleri içeri aldığınızda, adamlar bölücü değilse bile bölücülerle birlik olmak zorunda hissederler kendilerini dediğimde, gülüyorlar. Ne İsa yararlı buluyor dediklerimi ne de Musa…

Artık sustum. Delirmek üzereyken sustum. Her siyasi gelişme ve sosyal olay üzerine konuşmamaya, yazmamaya karar verdim. Geçmişini bilmeyen ve geleceğini görmeyen memleketimin insanlarının akıllarının başlarına geleceğinden pek umudum yok. Militan gazetecilikten şarap tadımcılığına geçen kuşağımın ünlü köşe yazarı (bu tanım ayıp bir tanım değil, değil mi?) gibi bir su başında durdum ve ‘köşe’ olmaya karar verdim. Okumadığım romancıları, yeni edebiyatçıları ve yedi meşalecilerle ikinci yenicilerin kavgasını okumaya başladım. Balkonumda kendi eksikliklerimi tamamlıyorum…

İktidarı da muhalefeti de sizin olsun! Kimsenin umurunda olmadığımı biliyordum. Ama memleket siyasetinin umursanacak bir yanı olmadığını ancak yeni anladım. Yazsam yazsam, arada bir Genelkurmayı, silahlı bölücü kalkışmayı ve de Silivri’yi yazarım. Mensubiyet duygusu, zilliyet hakkı ve kan bağından dolayı yazacaklarım da beni tatmin eder herhalde.

O kadar varsıl olmadığımdan bağcılık ya da şarap tadımcılığı yerine cümbüşe başladım. Eğlenmeye değil, ismini Atatürk’ün koyduğu Türk Sanat müziği sazı olan cümbüş çalmayı öğrenmeye başladım… Üzerinde ‘Zeynel Abidin Cümbüş’ yazan bir saz aldım. Epey de para verdim, haftada iki saat ders almam yetiyor. Bizim kuşak askerlere müzik öğretmenlerimiz Jada Koper, Serdar Öztürk ve Önder Bali müzik bilgisi ve kültürünü iyi vermişlerdi. Orta Okul son sınıfta müzik dersinden ikmale bile kalmıştım. Jada Koper çok güzel bir kadın, çok da ciddi bir müzikçiydi. Nerededir kim bilir? Daha sonraları, yeni subay olduğumuzda atış poligonunda silah seslerini saydırırken solfej yapardık. Tabanca; mi sesi, tüfek; fa, roketatar; re, top; do sesi çıkartırdı ne güzel… Milli marşlar söyleyen şanlı askerlerdendik, şimdi detone (yanlış ses) olduk.

Müzik tarihine de merak sardım. İsteyene doğu, isteyene batı çalgı aletlerinin tarihçelerini de sıralayabilirim. Özellikle delirenlere… Delirenlere ilerde hocalık da yapabilirim. Örneğin önce sandalyede dik oturacaksınız ve mızrabı (penayı, tüyü) tellere dik tutarak vuracaksınız ki istediğiniz sesi alabilesiniz. Eğer siyasete duyulan ilgi kadar herkes müziğe ilgi duysa, kimse kimseye küfür etmez olacak. Biz iki arkadaş (öbür arkadaşım kanun öğreniyor) ve bir de hocamız dershanede hiç küfürleşmiyoruz. Üstelik birimiz eski asker, birimiz de eski siyasetçi... Kavganın daniskası olur değil mi? Bizden genç olmasına karşın, sakin, olgun ve iyi bir müzisyen olduğundan hocaya uyuyoruz.

Bizim kuşağımızdaki dünya ikiye ayrılmıştı ya, batıda kapitalistler, doğuda komünistler diye… Her iki dünya da, öyle kuşak yetiştirmişti ki, herkes bir müzik aleti çalar ve kimse kimseyle dalaşmazdı. Köyde kentte herkes birbirine saygılıydı. Belki de düttürü bir dünyaydı o zamanki dünya, tartışılabilir. Bir kısım aç gözlü insanlar, gül gibi kapitalizmin ve de çelik gibi komünizmin içine ettiler. Oralarda insan davranışları şimdi nasıldır bilemem. Ancak yaşadığım memlekette insanlık hallerinin hiç iç açıcı olmadığını biliyorum. Akdeniz’e bir kısrak gibi başını uzatan at, gemi azıya aldı artık. Dokuz yıldan beri memleketimde tarih tersten yazıldı, coğrafya hareketlendi, müzik, edebiyat ve güzel sanatlar yok oldu. Türkiye’de artık Çingene çalıyor, Kürt oynuyor. Memleketteki insanlığın bu cümbüşünü ve bu delirme halini, gelecek hangi kuşak sona erdirecek acaba?

Kurban Bayramı ikinci günü, Antalya, 07.11.2011

Cumhur UTKU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI