Sabah ( beş yıl önceki bir sabah...)


 
Yıldızlar yavaş yavaş inceldi. Sonra çoğu kayboldu. İçlerinden en parlak olanı hala seçilebiliyor ama o da gökyüzünün pembeliğine karışmak üzere… Sabah oldu. Sabahın oluşunu, günün karanlıktan aydınlığa çıkışını ve gökyüzünün pembeleşmesini çok iyi betimleyenler vardır edebiyatta. Ben o kadar becerikli değilim.



Hala horozlar birbirlerini yanıtlayıp duruyorlar. Sabaha karşı havlamaktan yorulan köpeklerden ses seda yok. Hava aydınlanır aydınlanmaz birçok kuş ötmeye başladı… Üç ya da dört çeşit kuş sesi var. İçlerinden hangisi bülbül acaba? Bülbül sesini çocukluğumdan beri bilirim de ayırt edip bu bülbül, bu saka, bu bilmem ne kuşu diyemem bir türlü. Hepsinin sesi çok hoşuma gitti her nedense. Oysa hep duyduğum sesler değimli bunlar? Arada bir biraz irice, ikili üçlü karakuşlar gelip geçiyor ağaçların hemen üstünden. O saksağanlar geçerken korkudan olsa gerek seslerini kesiyor diğerleri.



Sabah ne güzel! Çoktandır ayrıntılı izlememiştim sabahı. Çok eskiden, kışlalarda nöbetçi olduğum yaz günlerinin sabahlarını anımsıyorum. Gecenin gündüze geçme anını o zamanlar bilirdim. Yıllar var ki bu anı pek yaşamamışım. Bazen otobüslerden uyku mahmuru indiğim hareketsiz kent sokaklarının sabahları hariç.



Hafif bir serinlik var. Hafif değil bayağı serin! Battaniyeye sarılmasam üşürüm. Nem daha da üşütüyor. Gökyüzünde pembe kuyruklu, parlayan beyaz madenden, nokta gibi bir yolcu uçağı çok yükseklerden güneyden kuzeye doğru gidiyor. Ufuk hattında bir yerden, önümdeki evlerin çatılarının üstünden birden gözüme düştü sanki… Kim bilir nereden gelip nereye gidiyor? İçinde kimler, hangi dilden konuşan insanlar var? Yolcuları uyuyor mudur?



Derken evlerden tek tek insanlar çıkmaya başladı. Saat yediyi yirmi geçiyor. Evlerin dış kapılarını sertçe kapatıp koltuklarının altında katlanmış kilimleri ile hızlı hızlı bu yana doğru geliyorlar. Bir kısmının yanında on üç on dört yaşlarında erkek çocukları var. Bu gün ramazan ayı sonrası kutlanan şeker bayramının birinci günü... Oturduğum evin arkasındaki mahallede bir cami var. Erkekler evlerinden çıkıp bayram namazına gidiyorlar. Kadınlar onlara namaz çıkışı kahvaltı hazırlamaktadırlar… Biraz sonra ezan okunacak, gidenler caminin avlusunda soğuk betonun üstüne yanlarında getirdikleri kilimleri serecekler. Hocayı dinleyecekler, sonra hocaya uyup namaz kılacaklar ve avlunun kenarında bekleyen dilenciye o günün ilk iyiliğini yaparak sadakalarını verip evlerine dönecekler. Namaza gittikleri esvapları çıkartıp bayramlık yenilerini giyecekler, karıları ve çocukları sırayla ellerini öperek bayramlarını kutlayacaklar ve sabah kahvaltısına oturacaklar hep birlikte…



Karşı bahçenin içindeki dut ağacının sararan yaprakları tek tek düşmeye başlamış. Mevsimleri bile sabahleyin daha iyi duyuyor insan. Güz geldi. Akdeniz kenarına güz geç gelir. Sabah oldu. Bugün bayram, hava açık, gökyüzünün pembeliği yerini açık maviliğe bıraktı. Renkler çoğalıyor, sesler de…



Bu gün bayram... Kimine göre bir kaşık ayran…



Antalya/ 23 Eylül 2006

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI