Neden Mustafa Necati?


2007 yılının Mayıs ayıydı. Bir gün Ankara’da okul arkadaşlarımızın buluştuğu Necati Bey caddesindeki SODAV–67 Vakfının bürosunun olduğu binaya girerken, kapıda milli piyango bileti satan apartmanın tanıdığım kapıcısıyla ayaküstü sohbeti koyulaştırmıştım. İş olsun diye de garibime “Niye bu caddeye Necati Bey demişler bilir misin?” diye soruverdim. Sonra kısaca bildiğim kadarıyla Necati Bey’in kim olduğunu söyledim. Adam “Sağ ol ağabey!” deyip ben de asansöre bindiğimde düşündüm ki bu densizliği yapabilecek kadar bile Mustafa Necati Bey’i tanımıyordum.

Mustafa Necati Bey, bir toplumun oluşma, biçimlenme ve gelişmesindeki süreçte yetkiler almış ve sorumluluk yüklenmiş bir devlet adamıdır. Önce İmar, İskân ve Mübadele Bakanı olarak ülke insanının bayındırlık ve barınma işlerinde, sonra Adalet Bakanlığında hak ve adalet konularında, daha sonra da Milli Eğitim Bakanlığında milletin biçimlenme ve gelişiminde pay sahibi olmuştur. Türkiye’nin kuruluş, kurtuluş ve devrim süreçlerine imzasını atmıştır. Otuz beş yıllık yaşantısında acaba dünyada kimler böyle şeyler yapmış ve yapacaktır?
Cumhuriyet tarihimiz ayrıntılı ve derinliğine incelenmeli ve iyi öğrenilmelidir. Cumhuriyeti kuranlar halkın gücünü, milliyetçiliğin erdemini, kamuculuk ve devletçiliğin vazgeçilmezliğini, laikliğin önemini ve devrimciliğin hızını önemsemişlerdi. Mustafa Necati yeniden düzenleyeceği Milli Eğitim uygulamalarının çağdaş olması için iyice düşünmüş, ayrıntılı incelemiş ve çok çalışmıştır. O, hizmet etmeye yemin etmiş devlet adamıydı. Hedefi iktidar olmak ya da her ne pahasına iktidarını sürdürmek değildi. Biliyordu ki iktidar halkındı, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundu. Fen bilimlerinin ve güzel sanatların ışığı, doğruluğun ve çağdaşlığın yolunu açacaktı. Hedefi, Gazi Paşa’nın hedefiydi. Bütün ülkü, savaşlardan bezmiş, yoksun ve yoksul kalmış bir halkı ulus yapmak, ufkun ötesindeki “çağdaş uygarlığı” yakalamaktı… Maarif Vekili Mustafa Necati Bey biliyordu ki yoksulluk ve haksızlıkla savaş demek, ulusal eğitim demektir ve “Eğitim demek ise öğretmen demektir!” O yıllardaki Köy Mektepleri, Köy Enstitülerinin düşünsel temellerini atmıştır. Onun üç yıllık bakanlığı döneminde mecliste kavgalarla çıkarttırdığı yasa ve yönergeler, 1925'den 1945'e kadar ulusal eğitimde yapılan bütün uygulamaların dayanağı olmuştur.
O tam anlamıyla bir devrim süvarisidir. Yaşamı devrimcilere derslerle doludur. Kuruluş ve kurtuluşun temel taşarlından biri, hatta birkaç kilit taşından biridir. O hem devletin kuruluşunda hem de milletin kurtuluşunda bu büyük olaya cephe gerisinde lojistik destek sağlayan bir savaşçıdır.
Devrimciler hiçbir yere sığamazlar! Mustafa Kemal Paşa’da öyle değil miydi? Onlara ancak destan yazılır ve destanlarda yaşarlar! İnkılâp (Devrim) meclisi olan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tümünün yaşamı, birer romandır. İncelenmeli ve yazılmalıdır. İlk milletvekillerinden olan Mustafa Necati’nin yaşamıysa birçoklarından daha özgün, ilgi çekici ve yol göstericidir. Türk Devrimindeki hızlı ve köklü değişikliklerin örneği olan, kısa ve mücadele içinde geçen bir ömür…
Kitabı yazma süreci
Necati Bey caddesinin kaldırımlarında piyango bileti satan dostumla konuştuğumun ertesi günü Türk Tarih Kurumu kütüphanesinin bilgi sayarlarında “Mustafa Necati” adı geçen ne kadar kitap varsa hepsini istedim, okumaya ve kopyalarını almaya başladım.

29 Ekim 2010 günü yani aradan üç yıldan fazla bir süre geçtiğinde “Devrimin Çoban Yıldızı Bir Mustafa Necati Romanı” kitapçılaraydı. Her ne kadar kapının girişine yığdıklarından ve almazsanız eksik kalırsınız gibi sergilediklerinden olmasa bile, o varsıl kitapçı dükkânlarının raflarına çıkmış, hoşuma da gitmişti.

Bu üç buçuk yıl elbette durmaksızın çalışmadım, ama galiba durmaksızın hep Mustafa Necati’yi düşündüm, onla yatıp onla kalktım… Kitap bittiğinde aktardığı kahramana benzeyen tiyatro oyuncusu gibi ben de artık bir Mustafa Necati’ydim.
Cumhuriyet dönemi eğitim tarihini ve kitabın arka sayfalarına not düştüğüm ilgili kitapların tümünü okudum, çoğunu tekrar okudum. Mustafa Necati’nin söylev, demeç ve yazılarını Osmanlıca kelimelerden arındırıp yenileştirdim. Bu aşağı yukarı bir yıl sürdü.
Okuduklarımı da kısa bölümler halinde gerçeğine uygun öyküleştirdim. Sonra tanıştığım yayın evi sahibine ve editöre gönderdim. Bu da bir yıl falan sürmüştü.
Bütün yayın evi sorumluları gibi önce satıp satmayacağını, sonra da okunup okunmayacağını değerlendireceklerini biliyordum. Niyetimin biyografik roman olduğunu söylediğimde olmazlandılar.

Altı ay kadar sessiz kaldılar. Basmazlarsa basmasınlar dedim. Bir taraftan roman taslağını kurup bozuyor, bir iki arkadaşıma da zorla okutuyordum. Beğenmediklerimi silip silip yeniden yazıyordum. Oysa bir ismi duyulmuş yazar bana çala kalem yazmamı, düzenleme işini başkalarına yaptırmamı önermişti. Öyle olmadı, göl kenarına donanımlarını ve boyalarını getiren bir ressamın gölün yağlı boya resmini başkasına bitirttiği görülmüş şey mi? Kitaptaki imla hataları dahil görülen ve görülecek bütün hatalar yazarınındır.

Bir başka yayın evine taslağı göndermiş ama olumlu yanıt almamıştım. Herkes çalışmanın içeriğinden çok kitapçıya girenlerin ilgisini çekecek, satabilecek ve onlara para kazandırabilecek olmasına bakıyordu… Yüzümü kızartıp yayın evini bir daha aradım. Düzeltmelerimle tekrar göndereceğimi editörün yeniden değerlendirmesini rica ettim.

İsimler dizinini hazırlamamı, belge ve fotoğrafları çoğaltmamı, dip notları yeniden düzenlememi ve son gözden geçirmelerimi istediler.
Tamam dediklerinden beş ay sonra da kitabı bastılar. Süreç üç yıl beş aydı!
Para mı? Ne parası? Eşe dosta verebilmek için otuz beş tane kitap aldım şimdilik. Üste para vermediğime şükür…
Memlekette ne zamandan beri sermayedarlar dururken emekçiler hak almaya başladı? Parası olan parasına para katıyor, zengin daha da zenginleşiyor ve emekçi avucunu yalıyor. Bu kural bu kitabın yazarı ve yayın evi için de geçerli… Türkiye’deki basın yayın piyasasını tanımam benim kazancım oldu o kadar!

Yorumlar

  1. Sevgili arkadaşım,kitabını çok büyük bir zevkle okuyarak,hiç bilmediğim bir konuda bilgilendim,sana candan teşekkürler.Tv.lerde saçma sapan diziler yerine,kitabın akıllı bir yapımcının eline geçer ve umarım iyi bir Tv. dizi yapılır.Selamlar İsmail ARICI.

    YanıtlaSil
  2. Rahmetli hakkında enteresan bir sayfa var.

    http://www.angelfire.com/ri2/ruhiselman/rs28.html

    veya
    "BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI"

    "AHIRETTEN SİMALAR - 18" yazıp arayın.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI