NAZIM HİKMET'E GÖNDERDİĞİM MEKTUPTUR.


Sevgili Nazım,


İnsan bir dostuna yüz yüze söyleyemediklerini mektup yazarak daha rahat söylermiş. Mektubumun amacı da bu. Beni anımsayabileceğini ya da tanıyabileceğini umuyorum. Bu dünyada, bu topraklarda, birçok yerde ve zamanda karşılaştık seninle. Benim doğumum 1947 senin ölümün 1963. On altı yıl beraber yaşamışız bu gök kubbenin altında. Benim için onur olduğu kesin, senin için ne olduğunu bilemem.

Sana mektup yazmak biraz da kendime mektup yazmak gibi. Sanki senin yazdığın bütün şiirleri eskiden ben yazdım. Senin çektiklerini çekmiş, çizdiklerini çizmiş gibiyim. Karanlığa sıkılan silahların seslerini sanki birlikte duymuşuz ve sanki on altı yıl her gün nöbet tutmuşuz seninle. Hem asker, hem de şairiz ya, iyi ki doğmuş ve iyi ki ölmüşüz. Zaman ve mekan, seninle benim aramda iki ufak ayrıntı olmuş. 

Ben sana bu mektubu Antalya'daki balkonumdan iki arada bir derede yazıyorum. Kapı eşiğinde duran postacının acelesi varmış, mektubu alıp bisikletine atlamak için sabırsızlanıyor. İnsan kendi kendine öyle şıppadak mektup yazabilir mi? Deniyorum işte. Beğenmezsen gönderirsin geriye.

O günden bu güne değişen pek de bir şey yok. İnsanlar, evler, duvarlar, zindanlar ve memleket hep aynı. Çoğalan otomobiller ve apartmanlar üst üste. Renkli televizyonlar yoksulların evlerinde bile var. İnanır mısın, herkesin cebinde -çocuklar ve inşaat işçileri dahil- her yerde konuşulabilen sigara paketi büyüklüğünde seyyar telefonlar bile var. İnternet diye bir şey dünyaları birbirine bağlamış gibi. Türkçe adını da koydular, örütbağ. Usta, artık bütün dünyanın kütüphaneleri sorgusuz sualsiz küçücük bilgisayarlarda. Bütün bu teknoloji fazla mı faşizan?


Sana senin şiirlerinden söz etmeyeceğim. Ezberim güçlü olmadığı halde birçoğunu ezbere bilirim oysa... Memleketten ve hala beğenmediğimiz hatta daha da beter hale getirdikleri memleketin düzeninden de konu açmayacağım. Onu sana anlatanlar ve yakınanlar çoktur zaten. İzin verirsen barıştan söz edeceğim.

Barış, bildiğimiz aynı barış. Eskiden olduğu gibi şimdi de ölme sırası gelenin barış yapası geliyor. Yoksulluğun da sırayla olduğunu bilenler varsıllıklarını bırakmamak için barış diyorlar. Gene en çok adam öldürenler ve en çok insanı aç bırakanlar, barışı istiyorlar. Hadi gelin masaya oturalım, anlaşalım diyorlar. Oysa Usta, bilirim ki şimdi sen olsaydın “Barış önce ekmek, sonra emek ve daha sonra da akıl ister!” derdin ve eklerdin “Sevgi ise en öndeki iştir!” Barış yapmak için davet edenler hep galip gelenler oluyor. Savaşın devam etmesi kendilerinin de ölümü olacağından ve bunu hissettiklerinden ateşi kesip, barış, barış diye inliyorlar. Bunlar kanın akmasından hoşlanan ve insanların bir birini kendi toprakları üzerinde boğazlamaktan kazanç uman sözde barışsever baykuşlardır. Altını ve üstünü birlikte paylaştıkları vatan altüst ediliyormuş, bölünüyormuş, kendi çocuklarının geleceği yok ediliyormuş, kimin umurunda? Senden öğrenmiştim; açlığın ve sefaletin sonunda varsıllık olmayacağı gibi ölmenin ve öldürmenin sonunda da barış olmaz, olamaz.

Barış kimin işidir Usta? Tamam, elbette anaların işidir. Sonra da o anaların asker olan oğullarının işidir. Ama en çok da aklın işidir barış. Değerli vatansever dostum, seninle, öncelik vatanda mıdır yoksa insanda mı diye bir sohbet yapmak ve bu sohbetimizi gençlerin dinlemesini isterdim. Bir gün yaparız.

İnsan vatanı sevdiğinde, o sevgiye önce o vatanda yaşayan vatandaşları sevmekle başlamaz mı? Yalnızca bir manzara mıdır vatan? İnsanı seviyorum deyip önceliğim dünyadır, vatan sonra gelir diyenler var. Elbette insan da sırf portre değildir. Senin dediğin gibi “subaşında” kediyle, ağaçla, gölgeyle ve de güneşle birlikte olmak zorundadır insan.  Sonra o “kocaman ayaklarıyla” Kurtuluş Savaşında olmak... Bitiriyorum sohbeti. Vatanını seven insanı, insanı seven vatanı sever demek ki.

Gelecek mektubum sevgiye dair olsun mu? Özlemişsindir. Ya da dünya özledi sevgiyi, belirtmek ve bildirmek istedim.

Sevgiyle selamlarım!


Cumhur UTKU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI