AŞKSIZ HAYATLAR
Hiç
birimiz yaşadığımız topraklara âşık değiliz. Belki hoşlanıyoruz, ilgimizi
çekiyor, çocukluğumuzu yaşadığımız bu toprakları özlüyor ve seviyoruz ama hiç
birimiz ülkemize vurgun değiliz. Oysa aşk, bilindiği gibi tek taraflı bir sevgi
haresidir. Aşk, hiçbir şey istemeden, beklemeden, karşılıksız vurgun yeme durumudur.
Askerimiz,
siyasetçimiz, gazetecimiz, diplomatımız, doktorumuz, hocamız, hacımız hiç
birimiz aşkla bağlı değiliz ülkemize… Kandırmayalım kendimizi ve çevremizi.
Nedenleri
çeşitli. Sanki nedenlerini bulup çıkarttığımızda ülkesine âşık bir sürü maşuk
mu yaratacağız?
Bu
konuyu yeniden düşünerek yeniden değerlendirmek herhalde en önemli
sorunlarımızdan biridir diyorum. Alabildiğine kentlileşen, kentleştikçe
kabalaşarak köylüleşen bir toplum olduk. Kentleştikçe doğallıktan, saygıdan, sevgiden
ve bunların yaptırımlarından uzaklaşan bir toplumda yaşıyoruz. Bozuk düzen
kentleşmenin zarar ziyanını elli yıl önce farkında olanların, konuyu yazanların
olduğu ve onları kimselerin dinlemediği de ortada.
Bağdaşık
kültürden nasipsiz, karışık ırk ve boylardan, çağdaş eğitimden yoksun,
sanatsız, zevksiz, çoğu fukara ve yakın çağ göçmenlerinden oluşmuş bir toplum.
Üstüne üstlük insanlık tarihinin en etkin toplumsal yaptırımı olan dinsel
inançları saptırılmış ve bu sapkınlıkları kutsal saymış bir toplum…
Toplum
tasarımlanamaz ve insanlar ha deyince faşistçe hizaya getirilemez, tamam.
Siyasal bir aynadan baktığımızda; yönetme ve yönetilme isteği olmayan
insanların çoğunluğu oluşturan toplumlar, yaşadıkları sosyal düzenden memnun
olmadıklarına karşın, geçmişleri ve gelecekleriyle bir alışverişleri
olmadığından, günlük hayatlarından memnundurlar.
Toplumsal
psikoloji, siyaset biliminin en temel öğesidir. Toplumu tasarımlamak, toplum
psikolojisini ele geçirmekle başlar. Her siyasal görüşten, koyu takım elbiseli,
beyaz gömlekli, kırmızı kravatlı adamlar ya da benzeri kadınlar türer ve sizi
yönetmek için sizin olurunuzu alırken, beraberinde toplumsal onurunuzu da alır
giderler. Bu insanların hiç biri memleketlerine âşık kişiler değildir.
Birbirlerine çok benzerler. Hepimize borç takarak yönetime gelirler ve
yönetmeye başladıklarında borçlarını unuturlar. Utanmaz ve edepsizdirler.
Minibüs
ve otobüsleri kendi fotoğraf ve bayraklarıyla süsleyip seçim öncesi kafamızı
şişirmekten başka işi olmayanlardan haz etmiyorsak, neden onlara oy vermek
zorunluluğunu hissediyoruz ki? Neden onlara oy vermezsek suç işlemiş olacağız
ki? Parası olanın yönetime gelebildiği bir düzene neden isyan etmeden mırıldanarak
yakarıp dururuz ki?
Bu
gerçekleri gördüğünüzde büyük bir umutsuzluğa düşersiniz. Kentliyseniz (ki
büyük çoğunluğuz) hemen o akşam bir senfoni orkestrasının canlı konserine
gidebilir, Vivaldi’nin Dört Mevsim’ini dinleyebilir ve rahatlayabilir misiniz?
Köylüyseniz, civar dere boyunda portatif radyonuzu yanınıza alıp, internetten, televizyondan
uzaklaşıp Neşet Ertaş’ı dinleyerek balık avlayabilir misiniz?
Çok
gerilerde kaldık. Aydınlarımızda ben bilirim edası, öğüt vermeler ve ben
demiştim demeler sürüp gitmekte. Aydın dediklerimiz halkın içinden çıktıktan
sonra halkı unutan sonradan görmüş ve bilmişlerden ibarettir.
Bizi
bir iki kuşak öncemizdekiler ölüme mahkûm ettiler. Ne yapabiliriz ki? Çoktan
öldüler onlar. Deprem olasılığını düşünmeden yaptıkları çarpık kentlerde yaşıyoruz
şimdi bizler. O kuşakların yalnızca bu mu günahları? Toplum yaşamında olası bütün
tehlike, risk ve tedbirleri düşünmeden yaşamaya alıştırdılar bizi. Şimdi siyasal,
sosyal ve coğrafi gelecek senaryolarını düşünemiyoruz, aklımız başkalarına emanet.
Neyse
siz tedirgin olmayın gene de. İyi ve
aşksız hayatlar…
Cumhur UTKU / 28 Mayıs 2014, Antalya
Yorumlar
Yorum Gönder