AKLIMA GETİRENLERİ LANETLİYORUM



"Düşündüğünü söylemekten korkmaya başladı mı kişi; düşünmekten de korkmaya başlar!"
(Vedat Türkali demiş..)


Deve "Nerem doğru ki?” demiş ya, işte öyle… Biz emekli askerler Türk Ordusunun çöküşüne vah vahlanırken, 20 yıl içinde Milli Eğitim sistemimizin bütünüyle çoktan çöktüğünü unutuyoruz. Çoğunlukla işe yaramaz Üniversitelerde, işe yaramaz diplomalar vererek, diplomalı işsizler ordusunu nereye koyacaklarını bilemeyen diplomasızlar, Harp Okullarını da elbette kendilerine benzeteceklerdi. 
Suçlu; ezilmiş, arada kalmış, teknolojik ve sosyolojik ilerlemeler karşısında şaşırmış, sivili ve askeriyle, bizim altmış sekiz kuşağıdır.

Şu soruyu gençlik yıllarından beri duyarız:  "Bu memleket ne zaman adam olacak?"  Yanıtını hep kendi kendime, sessizce vermişimdir:  "Bütün savcılar ve bütün yargıçlar, yürürlükteki yasalarla ve vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında..."  Savcılık ve yargıçlık, devletin geleceği için en değerli ve en önemli iki meslektir.  Milletin geleceği için ise öğretmenlik...

***
Şehit düştükten sonra söylenecek her şey suya yazı yazmaktan ibarettir. Ölen ölmüştür. Şehitlerin ölümleri komutanlarına ve arkadaşlarına ders olmalı ve bir daha barış şartlarında kimse ölmemelidir. Hep dedik, gene diyelim: Ayrıntılı ve dört imzalı Olay yeri zaptı, uçuş ve teknik kaza kırım raporu, objektif adli ve idari soruşturmalar yapıldığında, kazanın oluş nedenlerinden dersler çıkartılır ve ikinci bir benzer kaza olasılıkları ortadan kalkar. Vukuatı saklamak, gelecek kazalara davetiyedir...

***
Toplumsal hastalık, toplum yapısının bozulması, toplum vicdanı, toplumsal tepki, etki vs. bunları bugünkü Türkiye'de konuşmak, abesle iştigaldir ve bizi safsataya götürür. 
Günümüzün tek sosyolojik gerçeği, irili ufaklı yönetim koltuklarında bulunan ve bulunacakların, çoğunlukla psikonevrotik hastalıklı kişilerden ibaret olmasıdır. 
(Çok yukarıları değil, sadece bulunduğunuz yörenin siyasal yöneticilerini lütfen bir daha gözden geçiriniz)


***
"Devlet üretemez, bütün fabrikaları satacağız." diyen bir siyaset uleması, bir zaman sonra " Haftaya domates ve biber satmaya başlıyoruz." dediyse; benim çocuklarım ve torunlarım kime, nasıl güvenerek bu memlekette yaşamlarını sürdürmeye çalışacaklar?

***
Yıllardır salı günleri yapılan TBMM Grup Toplantıları, siyasi partilerin Genel Başkanları tarafından partilerinin bile değil, bizzat kendi kişisel propagandalarını yaptıkları toplantılardır. 
Aslında haftalık Grup Toplantıları, milletvekillerinin kendi parti yönetimlerinden, parti yönetimlerinin milletvekillerinden isteklerini kapsayan, parti içi özeleştiri yapılabilen, basına açık ve çoğunlukla kapalı olması gereken toplantılar anlamına gelmektedir.
Dinleyici adı altında, genel başkan konuşmasını şakşaklayan alkışçıların getirilmesi ve "Ulan amma da giydirdi haa.." dedirten konuşmalarla, sidik yarışına dönüştürülen bu toplantıların yararı olmamakta, aksine bu haftalık siyasi parti toplantıları genel toplum ahlakını ve psikolojisini bozmaya çanak tutmaktadır. Öyle tahmin ediyorum ki bizdeki gibi sokak siyasetini özendiren bu toplantıları yaparak toplumu ajite eden başka bir ülke yoktur. Bizdeki parti liderleri demagoji yarışı içindedir ve bizler de onları izleyerek kendi kendimizi tatmin eden sözde kentli soylularız. Demagoji, halkın isteklerine, önyargılarına ve korkularına yönelik halk avcılığıdır. Demagoglar, demokrasi düşmanıdırlar. 
Salı günleri televizyonlarımızı kapatalım.


***

- Bir Cumhuriyet lütfen.
- Abi nedense Cumhuriyet satışları arttı?
- Bilmem...
- Köşedeki evde oturan emekli hakime hanım bir aylık peşin gazete parası verdi. Her gün sabah kendi gelip alıyor.
- Demek ki mahallede artan emekliler arttırdı...
-Yok abi bence, "Cumhur İttifakı" satışı arttırdı.
- İttifak güzel şeydir be dostum.
-Sağ ol abicim. İyi günler.
(Bakkalla konuşmam..)

***
Bu kadar badembıyık nereden mi çıktı? Solcular birbirini yerken, imamlar birbirine destek veriyordu...  Sonra kendi aralarında paylaşım kavgasına düştüler ama o kadar örgütlüydüler ki, hala ürüyorlar. 
Kürtlerle Türkler, bunun farkında bile değiller.

***
Din düşmanı yaftası yemekten korkarak, ittifak salatası adıyla halkı kandırıp, siyasal İslama karşı eylemsel siyaset yapamayan muhalefet partilerinin tümü, çocuklarımızın geleceğine yönelik daha büyük suçlar işlemektedir. 
Ne yazık ki kazananlar, gene dinbazlar, tüccarlar ve mafyatik egemenler olacaktır.
Öyle kindardırlar ki, bu dünyadan çoktan çekip gitseler bile, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşayı birbirlerine düşmanmış gibi göstermekten zevk alırlar... 
Din tüccarı muhafazakarlar, her dönem Cumhuriyet Devrimine düşman olmuşlardır. Bu düşmanlık günümüzde daha da şiddetlidir.


***

Yaşar Kemal'in anısına 

15 yaşındaydım. Yaşamımın ilk romanını okumuştum. Almış beni köylere, dağlara, Anavarza'ya götürmüştü İnce Memet.. Yıllar sonra "Bak!" demişti evindeki kütüphanesinin önünde gururla... Beş dile çevrilen İnce Memet'ler duruyordu kütüphanenin rafında...
"Yürürken yazarım. İşim gücüm yürümektir.. Sonra oturur aklımdakileri kağıda dökerim" demişti koca elli koca ayaklı adamım. 
Yanıldıkları var mıydı? Evet, herkes gibi vardı... Bence düşünce özgürlüğünden taviz vermemek uğruna anadilde eğitim konusunda yanılıyordu... Bir de o madalyayı almayacaktı Fransızlardan..
Usta, tam bizim kuşağın ve benim arkadaşlarımın adamıydı... Onu çok boşladık. Daha doğrusu şöhreti bizim dostluğumuzun devamını engelledi. Olsun... 
Eğer aranırsa gene bulunur Yaşar Kemal gibi insanlar bu dünyada.. Ama onun gibi
yazanını bulamayız, konuşanını belki...😊
Hayran olduğu bir askerin adını vermeden geçemeyeceğim, Orgeneral Kemal Yavuz... Kayseri'deki Sıhhiye Onbaşısı Yaşar Kemal Gökçeli'ye selam olsun!

***
Önümüzdeki yerel seçimlerde etkili olacak kitle, yeni oy kullanacak 18-30 yaşındaki gençlerdir. Onlar hayatlarında Recep yönetiminin dışında bir yönetimi tanımadılar. Yakın siyasi geçmişimizi bilmezler. Onları toplum değil kendi gelecekleri ilgilendirir. Muhalefet partileri kendi içlerinde ideolojik kavgaya tutuşmuşken, Akape bu kitleyi ele geçirmiştir. 
Akape'den ve Recepten vaz geçemeyen bir kitle de fukaralardır. Onlar da devleti kim yönetiyorsa ona oy verirler ki karınları doysun. 

Mevcut siyasal sistemi ve kanunları kendi iktidarının devamı için dizayn etmiş olan Recep, devletin bunca acil işleri dururken Cumhurbaşkanı imkân ve kabiliyetlerini kullanarak seçim mitinglerine girişmiş, meydanlarda halkın onurunu düşünmeden, çay paketlerini ve gençlere kitapları rüşvet olarak dağıtmaya başlamıştır.
Seçim sonuçları bellidir. Recebin gitmesi zor görünmektedir.

Ben her seçim sonrası düştüğüm hayal kırıklığına düşmemeye hazırlanıyorum.

***
17 Kasım 1947, CHP Yedinci Kurultayının ilk günü... 
(Bendeniz henüz 45 günlük bir bebeğim) 
Başkanı Şükrü Saracoğlu olan toplantının başında usul hakkında konuşmalar yapılıyor. Söz alanlardan biri Behçet Kemal Çağlar: "Delege arkadaşlar endişe etmesinler, hepimizde en az ilk konuşan arkadaş kadar uyanıklık vardır; tayinler ve listeler teamülüne son vereceğiz." (Bravo sesleri, alkışlar) 
Yetmiş iki yaşındayım, yaşadığım ülke halâ listelere girmişlerce ve tayin edilmişlerce yönetilmekte...
Not: 1947 Kasımında yirmi gün süren bu kurultayın, TC Devletinin ilk kırılma noktası olduğunu yeni öğrendim. CHP Kurultay tutanaklarını okumaya devam ediyorum. 


***

486 Yıl önce Machiavelli şöyle demiş:
"Eğer bir millet iktidarda bulunan kişilerin yaptığı yanlışları, yalnızca kendi siyasi görüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o millet erdemini yitirmiştir. Erdemini yitiren millet bir gün vatanını yitirir"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

28 ŞUBAT’IN BİNİNCİ YILINA DOĞRU

SADAKA KÜLTÜRÜNE KARŞI SANDIK İTTİFAKI