ANAMIN BABAMIN OKULU
Köy Enstitüleri Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan Köy Mektepleri geliştirilerek kurulan, Cumhuriyet devriminin devamını sağlayacak olağanüstü okullardı.
Türkiye’nin 1936 yılında 16 milyon nüfusunun 12 milyonu köylüydü. Köylü erkeklerin %77’si, köylü kadınların ise %92’si okur-yazar değildi. Yurtsever ve devrimciler bu tarihlerde ulusal eğitimin köyden başlamasını düşünmeye başlamışlardı. İlk adım 1926 da Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati tarafından Köy Muallim mektepleri açılarak atılmıştı. 1936 da deneme amaçlı başlayan Köy Enstitüleri, 1940 yılında yasallaşarak köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla beş yıllık eğitim kurumu haline gelmiştir. Bu sistem öğrencilerini köylerden seçiyor, mezun olan öğretmenler öğretmenlik yanında köyün sosyoekonomik kalkınmasına katkıda bulunacak bilgilerle donatılıyordu. Kurulan 22 adet Köy Enstitüsü Anadolu’nun çeşitli yörelerinde binlerce Cumhuriyet devrimcisini yetiştirmiş ve bu devrimciler derecesi ve gücü ne olursa olsun bugünkü Cumhuriyet çizgisinin belirleyicisi olmuşlardır. 1946'ya kadar 16.400 köy öğretmeni, 7.300 sağlık memuru ve 8.756 eğitmen yetiştirmiştir.
Kız ve erkek köy çocukları bu okullarda üretime yönelik, kalıpçı ve ezberci
olmayan, sorgulayan bireyler olarak yetişiyordu. Köy Enstitülerinde uygulanan
eğitim-öğretim yöntemi şöyle tanımlanmaktaydı: İş içinde, işle birlikte, iş aracılığıyla!
Bu
anlatımla ortaya konmak istenen, yerinde ve yaşayarak eğitimdi. İş üretim
demekti. Üretim ise bir bütündü. Üretimdeki bütünlük, bir sürekliliğin
sonucunda oluşmaktaydı. Özünde yaşamın kendisi de böyle değil miydi?
“İşte bu noktada iş eğitiminin, günümüzün çokça tutulan -deney ve/ya da temrin eğitimini aştığı gözlenmektedir. Çünkü iş, bir bütün; temrin ise bir parçadır. Temrini yıkabilirsiniz, işi yıkamazsınız. Yaptığınız iş bir yatakhane ise, girer içinde yatarsınız. Temrin çürükse riski azdır. İş çürükse, altında canınız gider. İş, toplumun geçimine bir katkıdır. Temrin, tüketimden de öte bir israftır. İş, çevreyi değiştirir, temrin değiştirmez.” (Fakir Baykurt 1971)
Feodal toplumun insanı köleleştiren üretim biçimini ortadan kaldırmayı hedefleyen Köy Enstitüleri, toplum düzenini ataerkillikten çağdaş aile düzenine getirmek için uğraşıyordu. 1940’larda Türkiye’de Milli Eğitim sistemini çağdaş ve ulusal bir yola sokmak için hizmet etmeye yemin etmiş devlet adamları vardı. Hedefleri iktidar olmak ya da iktidarlarını sürdürmek değildi. Onlar egemenliğin halkın olması gerektiğine inananlardı.
Köy
Enstitüleri Hasan Ali Yücel'in Millî Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı
Tonguç'un İlköğretim Genel Müdürlüğü döneminde ve onların mimarlığıyla
yaşama geçirildi. Genç Türkiye Cumhuriyeti, uygar dünyada yerini almanın,
düşünsel açılım ve üretimin yolunu, kuramsallıkla uygulamayı birleştirerek
bulmuştu. Tamamen yıkılmış bir ülkeden, kendi küllerinden doğrulup ayağa kalkan
ve kendi kendine yetmenin gereksinimi, hem de dünyanın acımasız savaşlar,
yıkımlar yaşadığı bir zaman diliminde, bu eğitim öğretim kurumlarını uygulamaya
sokmuştu.
İşin püf noktasını ilk
yakalayan ve kendisi de bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç, Köy
Enstitüsü sisteminin hem kuramcısı hem de kurucusudur. Tonguç’a göre (1938) “Köylüye
bir şey öğretebilmek için, ondan birçok şey öğrenmeliydik. Kanımızı ve
iliklerimizi isteyerek köyün içine akıtmadıkça, kırk bin köyün kenarına
münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe, bu köyün sırlarını anlayamayız. Köyü
ve köylüyü anlayabilmek, duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese
gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin
ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. Bütün
felâketlere katlanarak, ıstırabı zehir yutar gibi yutarak çalışan ve başlarının
üstünde şereflerle örülü birer taç taşıyan bu kahramanlar köyü dile
getireceklerdir. O zaman yeni sesler duyacağız. Bu seslerden ürkmeden onları
dinlemek lâzımdır. Köyden yeni renk ve seda getirenleri saygı ile karşılamak
gerekir. Hakiki köyü ve memleketi o zaman anlayacağız...”
Hasan Ali Yücel ise o
yıllarda şöyle diyordu: “Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal
hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek
isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan
doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında
telkin verene dek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hakimidir. Bu
manevi hakimiyet maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit
de sual mercii imam olur. Biz imamın
yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.”
1949 yılından sonra bütün değerlerimizi yıkarak gelen Marshall Yardımı, okulların kapatılma sürecini hızlandırdı. Bu ekonomik ve maddi yardım karşılığında Köy Enstitülerden vazgeçilmesini sağlayacak Amerikan eğitim projeleri yürürlüğe konmaya başlandı. Enstitülülerdeki yıllık projeler ise muhafazakâr toprak ağaları ve devletten beslenen tüccarlarca, vatansız komünistlerin projeleri olarak anlatılıyor ve tehlikeli görülüyordu. Emperyalizm önce ulusal eğitimimizi hedef almıştı.
Birileri toprağın yüzünde güneşi henüz görmüş bu filizlere (şıvgınlara) hoyratça basmış ve hepsini ezip geçmişti. Atatürk’ün umutları yerine getirilememiş, devrimin önemli ayağı olan ulusal ve çağdaş eğitim hareketi yarım kalmıştı.
Eğer hala toplumsal, siyasal ve ekonomik derebeylik devam ediyorsa, hala mandacılık özendiriliyorsa ve hala yobazlık yandaş buluyorsa, bütün bunların nedenini Köy Enstitülerinin yok edilişinde aramalı ve yakın tarihimizden ders almalıyız. Geçmişimizi unutmak kaderimiz olmamalı ve bilinçli bir siyasal hafızamız olmalıdır.
17 Nisan 1940 günü, 3803 sayılı yasayla kurulan Köy Enstitüleri hepimize kutlu olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder