HAYIRLI VE UĞURLU RÜTBELER OLSUN (Kendimi anlatmadım)

Çok güzel törenler yapardık. Bizim kuşakta rütbe takma törenleri, her yıl yapılan bir ritüeldi. 

Teğmen rütbesini, Piyade Okulunda bir üst sınıf işaretini takıyormuşum gibi fazlaca heyecanlanmadan takmıştım. 

Omuzlarıma takılan ve beni ilk kez duygulandıran rütbe, üsteğmen rütbesindeki ikinci yıldızdı. İslahiye’de havuz başında Komutanlarımız, biz sekiz arkadaşa rütbelerimizi taktıktan sonra, votkalı nar suyu ikram etmişlerdi.

1975 yılında Kıbrıs’ta, Tümendeki rütbe törenine bir bahane uydurarak gitmemiş, uğur getirir diye beş kilometre teçhizatlı koşu eğitiminde bölüğün ön sırasında koşarken, iki çavuşuma taktırmıştım üçüncü yıldızımı. Biriyle hala görüşürüm. Eğitim elbisesi apoletindeki rütbe işaretleri, kumaş üzerinde siyah örme yıldızlardandı.

Binbaşı rütbemi gene Kıbrıs’ta taktım. Yıl 1983’tü ve kucağımdaki iki yaşındaki oğlum, bir numaralı üniformamın omuzlarına takılan kokardı beğenmeyip iki dakikada kopartıp atmıştı.

Yarbaylık yıldızını Keşan’da sağ omzuma karım, sol omzuma Tümen Komutanım takmıştı. En saygı duyduğum komutanlarımdan biriydi o komutanım. 

Albay olacağım 1992 yılı yaz ayında ise zar zor izin almıştım. Karadeniz’i geziyorduk ailecek. 29 Ağustos günü Sinop’ta sahildeyken “Bu gün bütün birlik ve askeri kurumlarda rütbe takma törenleri var.” dediğimde, kızım ve oğlum iki omzuma da şakacıktan ve deniz kabuklarından birer yıldız takmış, fotoğrafımı çekmişlerdi. Sanki rütbelerle, törenlerle dalga geçmişlerdi de ben onların bu tavırlarını çok sonraları fark etmiştim…

“68 Kuşağı” subayları olarak omuzlarımıza takılan yıldızlarımızdan başka neyimiz vardı ki? Paramız mı, iyi bir yaşantımız mı? 

Yüzbaşı maaşı ile bir siyah beyaz televizyon alabilmiştik. Annemin ve özellikle kayın validemin tayin olduğum yerlere taşıdıkları kışlık erzak desteği ile parasal olarak ancak rahat edebiliyorduk. 

Binbaşıyken borç harç aldığım külüstür Kaplumbağa arabayı, beş yılda bir gene büyüklerin takviyeleriyle değiştirerek, doğru dürüst ailece gezebileceğimiz sıfır bir Tofaş arabaya dönüştürebilmiştim. 

Birliğimizde kaza bela olmadığında, generallerden aferin aldığımızda, tatbikatlardan yarasız, beresiz döndüğümüzde ve üç ayda bir tertip tertip teslim aldığımız askerleri, tertip tertip sağlıkla, evlerine gönderdiğimizde mutlu olurduk. 

Yirmili yaşlarda en yetkin ve en istekli profesyoneldi askerlerimiz. Gelir gelmez, 1111 Sayılı Askerlik Yasasını unuturlar, asker arkadaşlığını sevmeye başlarlar, terhis günü ağlarlardı. 

Hele çavuşlarımız “uzman çavuş” değildi ama işlerinin ehliydi… 

Astlarımıza sertleştiğimizde, üstlerimize diklendiğimizde niyetimiz iz bırakmak değildi. Bütün derdimiz -nereden öğrendiysek- eğitimde “ter” dökerken gelecekte gireceğimiz muharebelerde “kan” dökmemekti…

Şimdi neyimiz var? Yıldızlarımız yıllar önce söndü gitti. Apoletlerimiz hiç ağır gelmediydi bize ama geçen zaman büyük bir hantallık yığını halinde yüreğimizde kaldı. 

Bizler için askerlik meslek değil, yedi gün, yirmi dört saat gerçek bir yaşam tarzıydı… 

Her 30 Ağustosta bize, otuz bir yıl komuta ettiğimiz askerlerimizle, astlarımızla ve komutanlarımızla, iyi kötü geçirdiğimiz anılarımız kaldı. 

Sosyal medyada bir mesaj, sokakta bir ses “Merhaba, siz benim komutanımdınız, hatırladınız mı?” dediğinde, onur duyar, gururlanırız. 

Bu yeter de artar bile…

Dünyadaki her orduda askerler yeni rütbelerini törenlerle takar. 29 Ağustos günü de biz subay ve astsubaylar kendi aramızda, duygusal bir törenle yeni rütbelerimizi takar, ertesi gün kent meydanlarında, stadyumlarda geçit törenleri yapar, aynı gece Orduevi salonlarında, Garnizon Subay Gazinolarında sevgililerimiz ya da karılarımızla dans eder, eğlenirdik. 

Şimdi bunlar yapılıyor mu bilmiyorum? 

Kadrosuzluktan ya da sonunu beklemeden isteğimizle emekli olduk ya, sanki ordudan atıldık. Bütün deneyimlerimizi yanımıza aldık, ev eşyalarımızla birlikte kamyonlara yükledik ve son tayin yerimizdeki lojmandan, emekliyken oturacağımız kooperatif evine taşıdık. 

Ne arayan ne soran, ne “Efendim sizin zamanınızda hudut kulelerinde gözetleme nasıl yapılırdı?” diyen, ne de “Komutanım İç Güvenlik hizmetlerinde şöyle bir gelişme var, siz olsaydınız kararınız nasıl olurdu?” diyen var. 

Türk Ordusunda yalnızca üst makamlarda değil küçük birliklerde dahi her şey, 30 Ağustoslarda, yeni tayin ve terfilerle sıfırlandı durdu. Yılların deneyimleri çöpe atıldı. 

Biz de bir varmış bir yokmuş olduk.

Neyse, dönelim başa. Spor sahasında diploma ve kılıç kuşanma törenimizi Jülide Gülizar o mükemmel sesiyle radyoda canlı anlatmış, tek kanallı siyah beyaz televizyonda bir hafta sonra 

Esen Ünür kayıttan görüntülü vermişti. 30 Ağustos 1967 günü 19 Mayıs Stadyumundaki tören geçişinden sonra bütün kenti uygun adımla geçerek Harbiyenin önündeki bayıra gelmiştik. 

O bayırı çıkmak bizler için o ritüelin bir parçasıydı ve adı Teğmen zor(t)latan bayırıydı... Her hafta sonu izninden dönüşte çıktığımız 730 metrelik bayırı, 30 Ağustos günü akşamüstü, apoletlerimizde Asteğmen rütbesi, kılıçlarımız omuzlarımızda, son kez çıkıyorduk. 

Bizi mezun eden Alay Komutanımızın dediği gibi sanki her birimiz birer Mareşal olmuştuk.

Ertesi gün gerekli subay donatımı ve Kırıkkale Tabancalarımızı almış, daha ertesi gün Ankara garından hareket eder etmez, trenin penceresinden boşaltmıştık kutudaki dokuz mm.lik merminin yirmi beşini de... 

Puf Babanın (Namık Kemal Ersun) aklı gitmişti. Yirmi yaşındaydık ve o ilk inisiyatifli silah kullanma şenliğinde birbirimizi vurmamıştık. 

Biz sonraları da yıllardır hiç vurmadık, hiç kırmadık birbirimizi. Önce vatan, sonra namus ve sonra da görev vardı düşüncelerimizde. 

Atatürk bizim için en örnek komutandı, hep emrindeydik. Şovenist falan değil, sadece Harbiyeli devre arkadaşlarıydık. 

Birbirimize kardeşten de öte yakındık. 

Şimdilerde törenlere çağıran eden yok. Bir kaçımız Emekli Subaylar Derneği Başkanı ya da Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı yalnız kalmasın diye sabah kalkıp Cumhuriyet Meydanına gidiyor, Atatürk anıtına kendi kendimize yaptığımız bir törenle Zafer Bayramı çelengini koyuyor, sonra da bir bahçede çay içerken memleketin ve hala mensubu olduğumuzu zannettiğimiz Ordumuzun hallerine ağlaşıyoruz.

Sevgiyle ve sağlıkla kalın.                                

Cumhur UTKU 


NOT:

Geçtiğimiz yıllarda yazdığım bir yazıdır. Tekrar okuyanlar kusura bakmasınlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15 TEMMUZ, ORDUBOZAN GÜNÜ

TÜRK ORDUSU İÇİN ÇALIŞTAY

KIRK DÖRT YIL SONRA 12 EYLÜL DEĞERLENDİRMESİ